Az Bilinen Bir Türk Oymağı: Hazara’ların Kültür Yaşamı


Bugünkü Afganistan ahalisi çevreden gelip bölgeye yerleşen halklar ile bunların zaman içerisinde değişime uğramış kesimlerinden oluşmaktadır. Afganistan’ın üç büyük etnik grubundan biri olan Hazaralar da bu halklardan birisidir. XIII. yüzyılda Çingiz Han tarafından bölgeye getirilen ve XVI. yüzyılın başlarında ayrı bir etnik grup olarak kaynaklara intikal eden bu topluluk, bir süre sonra yaşadığı bölgeye de adını verecektir. Günümüzde “Hazara Yurdu” manasına Hazaracât ya da Hazaristan   olarak anılan bölge de  yoğun olarak yaşayan Hazaralar, XIX. yüzyıla kadar ülkenin bu en dağlık yöresinde kendi halinde, sakin, biraz başına buyruk ama merkezi otoriteye karşı yükümlülüklerini büyük ölçüde yerine getirmek suretiyle varlığını sürdürmüştür. Ancak Emir Abdurrahman Han’ın(1880-1901) iktidarı dönemi diğer bir kısım halkla birlikte Hazaraların da şiddetli baskı ve zulüm dönemi yaşamasına sebep olacaktır. Öz yurtlarından atılmak, yok edilmek suretiyle son derece büyük şiddetlere maruz bırakılan Hazaraların büyük bir kısmı Hindistan, Pakistan, İran ile Azerbaycan gibi çeşitli ülkelerde yaşamak zorunda bırakılırken geride kalanlar da yokluk ve sefaletle varlıklarını sürdürmeye çalışacaklardır.

Yapılan zulümlerin neticesinde dağılan Hazara boylarından bazıları kan bağına dayalı kabile anlayışını kaybederken bazıları da yeni yerleştikleri bölgelerin ahalisiyle kaynaşmak suretiyle etnik kimliğini kaybetmekle karşı karşıya kalacaktır. Bu dağılma ve kaynaşmanın neticesinde Hazaraların bir kısmı yeni adlar alacaklardır. Her şeye rağmen adlarını ve etnik kimliklerini hala koruyarak kendilerini Hazara olarak kabul eden ellinin üzerinde Hazara boyu bulunmaktadır. Bu oymakla ilgili yapılan incelemelerde bu gün varlıklarını sürdüren Hazara boylarının bir kısmının adlarını mensup oldukları boy ve boy beyinden, bir kısmının ise yaşadıkları bölgelerden almış oldukları görülmektedir. Bu boyların adları ve yaşadıkları bölgeler farklı olsa da sosyal, kültürel bakımdan birbirlerine benzedikleri dikkat çeken bir husustur.

Hazaraların günümüzde ve geçmişte yoğun olarak yaşadıkları yerler ortalama 3030 metre yükseklik ile Afganistan’ın en yüksek kesimlerini teşkil etmektedir.  Buralarda kış mevsimi uzun ve oldukça şiddetli geçtiği için bölgeye ekim ayında yağmaya başlayan kar nisan ayına kadar aralıksız devam eder. Bu dönemde yüksek kısımlarda yaşayan ahalinin dışarıyla münasebeti tamamen kesilir.  Sınırlı tarım alanlarının bulunduğu Hazara Yurdu yaz aylarında hububat ekimi için kullanılırken dağ yamaçları ise hayvancılığa imkan sağlamaktaydı.  Kış aylarının bu kadar uzun ve sert, tarım alanlarının ise kısıtlı olması Hazaraların siyasi, sosyal ve kültürel hayatlarını belirlemede ana unsurlardan biri olmuştur.

Yüzyıllar boyunca farklı etnik gruplarla yan yana yaşayan Hazaralar, zaman içerisinde etraflarındaki diğer kültürleri etkilerken kendileri de büyük ölçüde etkilenmiştir. Dolayısıyla Hazaraların dil, din, doğum, ölüm, evlilik, tarım ve hayvancılıkla ilgili kültür ve gelenekleri etraflarındaki diğer etnik unsurlarınkine benzemekle birlikte özelde pek çok farkın da olduğu dikkati çekmektedir. 

Başlangıçta konargöçer bir topluluk olan Hazaralar, yazılı hayata geç geçmişlerdir. O sebeple ana dillerinin ne olduğu ve bu gün konuştukları Derice’yi  ne zaman kabul ettikleri tam olarak bilinmemektedir.  Babur’un Hazaraların bir kısmının Moğolca konuştuğunu ifade etmesine bakıldığında XVI. Yüzyılın başlarında Farsçaya geçmedikleri, Türkçe ve Moğolca konuştukları anlaşılmaktadır.  Hatta XIX yüzyılın sonlarına kadar Türkçe konuştukları ve tespit edilen kelimelerin Çağatay Türkçesine ait olduğu belirtilmektedir.  Yüzyılın sonlarından itibaren ise Hazaralar arasında Derice’nin yayılmaya başladığı görülmektedir. Ancak eskiden kullandıkları Moğolca ve Türkçe kelimeleri de kullanmaya devam ettikleri için bugün Hazaraların dilinde fonetik, morfolojik ve daha çok da leksikolojik olarak Türkçe ve Moğolca unsurların çok sayıda olduğu dikkat çekicidir.  Hazaraların dili üzerine çalışanlar Hazaraca içinde 1200 tane Türkçe ve Moğolca kelimenin bulunduğunu, bu kelimelerin de %90’ının Doğu Türkçesine ait kelimeler olduğunu vurgulamaktadır.

Hazaralar arasında atasözleri ve deyimler oldukça çoktur.  Bununla birlikte Hazaralarda aşıklık geleneğinin de nesillerdir devam ettiği bilinmektedir. Türk destanlarından Ergenekon Destanı, Köroğlu Destanı, Ferhat ile Şirin hikâyesi, Keloğlan masalları, Nasreddin Hoca fıkraları gibi Türk kültür ve edebiyatının önemli sözlü kaynaklarının Hazaralar tarafından hala yaşatıldığı görülmektedir.

Hazaraların İslam Dinini ne zaman benimsedikleri hususunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Sünni, Şii ve İsmaili kollarına mensup oldukları görülmekte olup bunların büyük çoğunluğunu Şii grup teşkil etmektedir.  Hazaralar arasında Sünni olanların sayısı da oldukça dikkate değerdir.  

Şiiliğin ise İran’dan Hazara Yurdu’na yayılmış olduğu kuvvetle muhtemel olup Hazaraların, İslam Dinine girerken mezhep olarak Caferiliği seçmişlerdi. İlhanlı Hükümdarı Gazan Han(1294-1304), 1294 yılında İslam Dinine girdiğinde mezhep olarak Caferi mezhebini benimsemiş ve bu mezhebin gelişmesi için gayret sarf etmiştir.  Gazan Han’ın kardeşi Olcaytu ve oğlu Ebu Said de onun dini siyasetini takip etmiştir. Bugünkü Afganistan toprakları o dönemde bahse konu İlhanlı hükümdarlarının hakimiyeti altında bulunduğu için Caferiliğin bu topraklardaki temelleri XIII. yüzyılın sonları ile XIV. yüzyılın başlarına götürülmektedir. Yine XVI. yüzyılda Safevilerin güçlenmesi sonucunda Acemistan’ın günümüzde İran olarak adlandırılan bölümünde Şiiliğin devlet dini haline geldiği ve sonuçta Şah Abbas tarafından Hazaraların Şiiliğe zorlanarak Hazara Yurdu’nun tamamında Şiiliğin yayıldığı düşünülmektedir. 

Hazaraların kitle halinde İslam dinine girmeleri veya kitle halinde Caferi mezhebini seçmeleri sosyolojik olarak söz konusu değildir. Onların zaman içinde geçmiş olmaları çok daha uygundur. Hazaraların dini ile ilgili bir başka görüşe göre ise Hazaraların Gulat olduğuna dairdir. Halbuki Hazaralar hiçbir zaman Hz. Ali’ye Tanrı sıfatını vermemiş ve Tanrı olarak görmemişlerdir.  

Caferi Hazaraları dini ibadetlerini yaptıkları camilere Tekyehane  adını vermekte olup bu camilerin dini boyutunun yanı sıra sosyal boyutu da bulunmaktadır. Hazaracât’ta cami ve mescidin işlevleri şehir ve kırsal alanlarda değişiklik arz etmektedir. Kırsal alanlarda camiler, dini ibadetlerin yanı sıra dini ders ve sohbetlerin yapıldığı, günlük hayatla ilgili meselelerin konuşulduğu ve davaların çözümlendiği yer olarak kullanılır. Hatta dışarıdan gelecek kişilerin konaklamaları için yer bulunmadığı durumlarda camiler bu hizmeti de üstlenmektedir. Uzun kış aylarında toplantıların yapıldığı bu camiler özellikle bölge ahalisinin kolaylıkla ulaşabileceği noktalara inşa edilmiştir. 

Hazaralar arasında Ramazan ve Kurban Bayramına ilave olarak Gadir-i Hum adı verilen bir bayram daha kutlanmaktadır. Zilhicce ayının 18. gününe tekabül eden bu bayram, Hz. Peygamberin Veda Haccından sonra Gadir-i Hum denilen yerde Hz. Ali’yi kendinden sonra halife tayin ettiği gün olarak kabul edilmektedir. 

Caferi Hazaralar tarafından yapılan bir dini merasim ise ölenlerin bayramıdır. Bu merasim, diğer İslam mezhepleri arasında görülmemekte olup Ramazan ve Kurban bayramlarının arife günlerine tekabül eder. Bu gecede her aile geçmiş kimseleri için hatim indirir ve yemek dağıtır. 

Hazaralar arasında dini olmayan tek bayram, Nevruz Bayramıdır. Hazaralar, Nevruz’un Hz. Ali’nin doğum günü olduğuna inanırlar. Aynı zamanda bu gün şemsi takviminin başlangıcı, yani yılın başıdır. Hem yılbaşı hem de nevruz bayramı aynı günde kutlandığı için bu gün oldukça önemlidir. Nevruz gününde herkes camide toplanır ve Kur’an-ı Kerim’in altından geçerek yeni yılın iyi geçmesi için dua ederler. Öncelikle en yaşlı ve hürmetli kişiler olan aksakallar, melikler veya hanların evlerine gidilir. Bu kişiler evlerine gelenlere hediye olarak elbise, koyun vs. verirler. Nevruzun gelmesiyle birlikte havalar da ısınmaya başlar ve Hazaralar soğuk havanın yerine sıcak havanın gelmesini “acizek” denilen tabiat üstü, yaşlı ve çirkin bir kadına bağlarlar. Nevruzdan sonra kırk gün içerisinde yağmur yağarsa “Acizek saçlarını yıkar” derler.  Nevruz’un özel yemeği pirinç ve ıspanaktan yapılan Sebzi Çelev adlı yemektir. Nevruz kutlamalarının en görkemli yapıldığı şehir Mezar-e-Şerif’tir. Bu şehirde Hz. Ali’nin kabrinin bulunduğuna inanılır. Revzey-e Mübarek adı verilen bu kabrin etrafında kutlamalar gerçekleştirilir. 

Doç.Dr. Neslihan Durak

Yorum bırakın