Afganistan Tarihine Bir Bakış


Afganistan Tarihine Bir Bakış

ve Türk Subaylar, Eskiden Olduğu Gibi Milenyumda da Afganistan Ordusunun Eğitimine ve Gelişmesine Katkı Sağlamaya Devam Ediyor

Bugün İran,Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Çin, Pakistan toprakları tarafından çevrilmiş bulunan Afganistan deyince aklımıza her zaman afyon ve afyon sakızı ve dolayısıyla haşhaş bitkisi aklımıza gelir. Ayrıca eski bir Türk vatanı olan Afganistan, köklerimizi, Habil’in Kabil ile mücadelesini, Ergenekon Destanını, Gazan Han’ı (998-1030), Cengiz Han’ı ( 1167-1227),1207 yılında Belh şehrinde doğan ve 1273’de Konya’da ebedi âleme göç eden Mevlânâ Celâleddin-i Rumî’yi, Ebü’l Gazi Bahadır Han’ı (1603-1663), Emanullah Han’ın Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk’ü ziyareti hemen hafızalarda belirir. Afganistan’ın başşehri Kabil, belki de bu efsanelerden kalan izleri günümüze taşımaktadır..

Bugün Türk milleti Kore kıyılarından Viyana- Finlandiya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafya ile, güney ve kuzey yarım kürede dünyanın dört bir yanına dağılmış, değişik ülkelerde devletler kurmuştur, bazen da kişisel ihtiraslar, hakimiyet duygusu ve menfaatler sebebiyle birbiri ile de savaşmıştır. Misal olarak Yıldırım Bayezıt ile Aksak Timur, akraba kavim olarak Moğollarla Anadolu Selçukluları, Altınordu ile Kazan ve Bulgar Hanlığı, Safeviler ve Akkoyunlularla ile Osmanlılar, Kazak-Kırgız,Özbek ve Tatarlar.

Aslında tarihi coğrafya iyice incelenince, bazı gerçekler daha iyi anlaşılıyor. Hindistan’ın kuzeyinden paleolithik- kalkolithik devirler ile Moğollar devrinde Sibirya ve Boering Boğazı yoluyla Amerika’ya göç eden İndian – veya Türkiye’de kullanılan tabirle Kızılderililer de Türk soyundan gelmiyorlar mı ? Yoksa bazı Amerikalılar anavatanlarını mı dönmek istiyorlar ? bir huruç ( yarma -girme) hareketi mi ? yoksa başka bir planla da Rusya ve Çini ve dolayısıyla yer altı zenginliklerini çevirmek mi istiyorlar. Bunu bize zaman gösterecek ve tarih elbette doğrusunu yazacaktır.

Afganistan tarihine bakacak olursak, genellikle istila hareketleri hep kuzey-batıdan gelmiştir. Önce Pers Darius M.Ö. 500, ardından M. Ö. 331’de Makedonyalı Büyük İskender, Gurlar, Babürlüler’in Hindistan Seferleri, hep Afganistan üzerinden olmuş, Yalnız, sadece İngilizler, Hindistan’dan kuzeye geçmiş ve Afganistan’a saldırmıştır. Milenyumda Amerikalılar da Pakistan’dan hava sahasından geçerek Afganistan’a girmiş ve Taliban rejimini devirerek demokrasi rejimini oturtma çabasına girmiştir.

Tarihte Türk soyunun türediğine inanılan Hz. Nuh’un oğlu Yafes’e İnsanlığın ikinci atası olan Hz. Nuh, Allah’a şöyle dûa etmektedir ;
‘… (Nuh) dedi ki, .
Kenan lanetli olsun,’- .
Kardeşlerine kullar kulu olacaktır, Ve dedi ki,
Sam’ın Allah’ı Rab, Mübarek olsun, ve Kenan ona kul olsun.Allah Yafet’e genişlik versin,Ve Sam’ın çadırında otursun; Ve Kenan ona kul olsun …”

Bu dûayı tarihten günümüze kadar şöyle getirebiliriz: “Kenan lanetli olsun, kardeşlerine kullar kulu olacaktır”. Yahudi milleti tarihte daima lânetlenmiş ve yüzyıllar boyunca yurtları olmamış, dünya üzerindeki diğer devletlerin hegemonyası altında yaşamışlar, ancak dünyanın çeşitli ülkelerine dağıldıkları için de ihracata ve ithalata önem vererek, ticarette daima bir numara olmuşlardır.

Sam’ın Allah ‘ı Rab, mübarek olsun, Ve Kenan ona kul olsun”. Burada İslâmiyet’in doğuşu müjdelenmiş ve arap hegemonyası altında yaşayacakları ifade edilmiştir.
Allah Yafet’e genişlik versin”.

Doğudan – Batıya, yani Kore’den Viyana varoşlarına, kuzeyden-güneye, Ural Dağlarından Basra Körfezine, Basra Körfezinden Cezayir kıyılarına kadar Allah (Yafes) oğullarına geniş bir yurt verdiğini şanlı tarihimize bakarak net biçimde görebiliyoruz .

‘ Ve Sam’ın çadırında otursun Halife ve İsIâmiyet’in kılıç-kalkanı olarak yıllarca Arap ülkelerine hükmettik.

‘ Ve Kenan O‘na kul olsun ; XX. yüzyıl başlarına kadar Türk toprakları içinde bulunan bütün Orta – Doğu milletleri sulh ve sükûn içinde yaşamışlar, Osmanlılar bütün servetlerini bu ülkelere akıtmış ve yüzyıllarca huzur ve emniyet içinde yaşamışlardır. İngiliz istihbaratının önemli bayan elamanlarından Getruda Bell ve Lawrance’nin bölge halkını altın para mukabili kışkırtması ve arap milliyetçiliğini körüklemesiyle Osmanlılar’ın bu ülkelerden çekilmesi,; Getruda Bell isimli İngiliz Ajanının cetvelle sınırları masa üzerinde çizmesi, Avrupalı Devletlerce de bunun tasdiki; İngiliz-Fransız destekleriyle kurulan küçük beylik ve krallıklar birbirlerine girmiş, sık sık iktidar kavgaları olmuş ve 1967 yılından beri de bir ateş çölü ve barut fıçısı haline gelmiş, anarşinin yuvası olmuştur.

Arap-İsrail çatışması; Irak – İran, Irak-Kuveyt Savaşları Amerika’nın göz kırpması ile başlamıştır. Amerikalılar’ın kimyasal silah bahanesi-yalanı ile Saddam Hüseyin’i devirmesi, Irak’a demokrasi getireceğim derken milyonlarca Iraklı’nın katli, Kürtlerin Amerikalılarla işbirliği ile yeni devlet oluşumuna zemin hazırlanması hep Amerika Birleşik
Devletlerinin sorumluluğunda ceryan etmiş olup Vietnam’da olduğu gibi tarih önünde bir gün hesap verecektir.

Yirminci yüzyılın başlarında Orta-doğu kan gölüne çevrilmiş ve sancıları milenyumda hâlâ devam ederken, Büyük Orta-Doğu projesi ile tekrar sahnelere çıkan Amerika’nın ekonomik yayılmacılık düşüncesi hüsrana uğrayacak, Lübnan, Orta-Doğu probleminde kilit nokta, çözüm, arabuluculuk, elbette günün birinde Türkler’e düşeceğini tahmin etmek güç, kehanet değildir.. Daha da ileri gidersek, petrol rezervi sona erdiğinde Arap dünyası ne yapacaktır ? Küresel ısınma yaşayan dünyamızda ise su, Dicle ve Fırat ayrı bir önem kazanmaktadır.

Ergenekon Destanının vuku bulduğu büyük Türkistan coğrafyası içinde bugünkü Afganistan da bulunmakta, Türk tarihi ve kültürünün derin izlerini taşımaktadır.

Afganistan 648.000 km 2 yüzölçümüne sahip olup 2004 verilerine göre nüfusun 21-26 milyon arasında olduğu söylenirse de iç savaşlar ve göçler sebebiyle 1986 sayımına göre 14.366.434 civarında olduğu üzerinde durulmaktadır. Afgan nüfusunun % 99’u Müslüman olup; bunun % 88’i Sunnî %11’i Şiî, %1’i Zerdüşti, Sih,Hindu, Bahaî ve Hıristiyan’dır. Nüfus verilerine göre etnik yapısı ; Peştu % 52, Tacik % 21, Hazara %9,Beluc %7,Özbek %6, Türkmen %2, Kızılbaş % 1,diğer kavimlerden % 1 olarak kabul edilmektedir .

Peştuca ilk yazılı metinler XV. Yüzyıldan öteye geçmemekte, Hind, Urdu, Babürlü edebiyatının etkisinde kalmış, XVII.yüzyılda Ruşeniler akımıyla Peştuca, edebi dil olarak gelişmiştir.

Afganistan Anayasası 1923,1964,1976,1987,1990’da beş defa değişikliğe uğramıştır.

Afganistan, Karluk kökünden gelen ve ilk Türk devletlerinden olan Sultan Sebuktekin tarafından 962 yılında Gazneliler eline geçmiş, Gazneli Mahmud ( 999-1030 ) zamanında büyük imar faaliyetleri yaşamış, Selçuklu Türkleri’nin 1040 Dandanakan Savaşı ile Türklerin eline geçmiş , 1157’ye kadar da Türkler’in hâkimiyeti altında kalmıştır. Daha sonra Gurlular eline geçen ülke, 1220’de Mogollar’ın akınına uğramış,yüzeli sene Mogol hakimiyeti altında kalmış, Mogollar Timur tarafından yıkıldıktan sonra onun torunlarından Sultan Babür ( 1483-1530) yeni bir devlet kurmuş, Muhammed Zaman Han’ın oğlu Ahmed Şah Dürranî ( 1748-1760) dört seferle Hindistan’a kadar ilerlemiş, yerine geçen oğlu Timur Şah ( 1772-1793) zamanında başşehir Kabil’e taşındı. Timur Şah’ın vefatından sonra oğlu Zaman Şah tahta geçti, 7 yıl hüküm sürdü, daha sonra kardeşi Mahmud Şah iktidarı ele geçirdi. 1839’da Şih’lerle işbirliği yapan İngilizler ülkeyi işgal etti, üç yıl içinde Dost Muhammed İngilizleri ülkeden dışarı çıkardı, 1863’de Dost Muhammed’in ölümü üzerine karışıklıklar çıktı, 1868’de Dost Muhammed’in meşru veliahtı Şir Ali tek başına ülkeye hakim oldu. Ruslar’ın ülkeye yaklaşması üzerine 1878’de ikinci defa İngilizler Afganistan’ı işgal ettiler, Şir Ali Türkistan’ı işgal eden Ruslara sığındı ve 1879’da vefat etti. 1880’de Şir Ali’nin amcası Abdurrahman Han tahta geçti .

XIX. yüzyılın yarısında ulu Türkistan İngiliz-Rus çıkarlarının sıkça 1893’deki çatıştığı bölgedir. Rusya, pamuk ihtiyacını Amerika’dan ve yanında bulunan Hiyve ve Hokand Hanlıklarından karşılıyordu. Ancak 1863 Amerikan iç savaşı sebebiyle Amerika’dan pamuk satın alamamış, İngiltere Amerikan iç savaşı ve 1871-1872 Alman Fransız savaşıyla uğraştığından Orta Asya ile İngiltere fazla ilgilenemiyordu. Bunu fırsat bilen Ruslar, 1865’de Taşkent, 1868 de İrcar-Kurgan-Semerkand, 1873’de Hokand’ı istilâ etti. 1885 Rus-İngiliz Andlaşması ile Afganistan İngiliz koruması altında kalmış,1893’de Ruslarla İngilizlerin yaptığı antlaşmaya göre Andihuy, Şibergan, Sarıpul, Meymene, Afganistan’a verilerek 8 Ağustos 1919’da İngiltere tarafından sınır tanınmıştır. 28 Şubat 1921’de de Ruslar tarafından hükümranlığı tanınmıştır.

Habibullah han zamanında Subayları eğitmek amacıyla 1904-1906 Medrese-i Harbiye-i Siraciye kurulur ve eğitim görevi 1907’de Türk albayı olan Said Mahmud Efendi’ye verilir. 1903-1915 yılları rasında kolera salgını başlar ve Paghmaan’dan Kabil’e boru içinde içme suyu getirilir, Emir’in iki özel Türk doktoru ile birlikte Hindlilerden oluşan personelle ilk Devlet hastanesi kurulur. 1910’da ülkenin ilk hidroelektrik sanralı kurularak Kabil’e elektrik sağlanır.

Birinci dünya savaşının başlaması sırasında, Osmanlı Devleti’nin Cihat ilân etmesi, Orta –Asya’da geniş yankı bulur. Hindistan ve Afganistan, Orta- Asya Müslümanlarını İngilizlere karşı kışkırtmak amacıyla Yüzbaşı Kazım Bey ve Alman Yüzbaşı Oskar von Neidermayer Başkanlığında bir heyet Kabil’e gönderilir. Afgan ileri gelenleri durumu iyi karşılamakla beraber, Habibullah Han, İngilizleri memnun edeceği sebebiyle teklifleri geri çevirir. Tarafsızlık politikası sebebiyle Habibullah Han’ın kardeşi Nasrullah ve oğlu Emanullah ‘ında aralarında bulunduğu Afgan ileri gelenleri Habubullah Han’a yüz çevirir, 19 Şubat 1919’da Celâlâbad’da Habubullah Han suikate maruz kalarak vefat eder. Kendisine vekâlet eden üçüncü oğlu Emanullah ( 1919-1929), ileri gelen kabile şefleri tarafından Afganistan Emirliğine getirilir.

İttihat ve Terakki Partisi’nin ileri gelenlerinden Ahmet Cemal Paşa; Osmanlı Dönemi Bahriye Nazırı ( Deniz Kuvvetleri Bakanı) olup, IV. Ordu Komutanı olarak Filistin ve Sina cephesinde savaşmıştı. I. Dünya Savaşını Almanlar ve dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğunun kaybetmesi üzerine; Enver Paşa, Talat Paşa ve diğer arkadaşlarıyla Ahmet Cemal Paşa Osmanlı topraklarını terk eder, Almanya kanalıyla Moskova’ya ulaşır, Rus liderleriyle Türkistan, Afganistan ve Hindistan civarında faaliyet göstermesi konusunda anlaşarak Afganistan’a geçer ve 11 Haziran 1920 tarihli bir mektupla da Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya durumu iletir. Cemal Paşa’nın aklında Afganistan Emirine İslâm Hilafetinin ve Batı Türklerinin bulunduğu tehlikeyi anlatmak, İtilaf Devletleri elinde Türkiye’yi taksim olunmaktan kurtarmak maksadıyla Anadolu’da teşekkül eden Türkiye İhtilâl Hükümeti’nin İslâm âleminin manevi yardımlarına hazır olduğunu anlatmaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa 27 Ekim 1920’de Cemal Paşa’ya yazdığı mektupta, Afganistan’daki faaliyetlerinden dolayı teşekkür eder, her türlü yardımın yapılmasını canı gönülden istediğini belirtir, İstanbul’dan Anadolu’ya geçen subayların ihtiyaca yetmediği sebebiyle, subay isteğini karşılayamadığını belirterek, eski yaveri İsmet Bey’den Anadolu’daki durum hakkında bilgi alabileceğini belirtir.

Ayrıca, Mustafa Kemal Paşa; Fevzi Paşa’ya gönderdiği 20.12.1920 tarihli mektubuna, Cemal Paşa’nın mektubunu da eklediği talimatında : Afgan Ordusunu düzenlemek için subay heyetinin gönderilmesinin çok önemli ve gerekli önemli olduğu, gelecekte Anadolu üzerine çöken ağır yükü hafifletmeye yarayacağını düşündüğünü, İngilizler’i daha uzaklarda mesgul etmek için bir vasıta olduğunu, gönderilecek subayları seçiminde aşağıdaki konuların dikkate alınmasını,
1.Bu heyetin başlangıçta kat’iyyen siyasetle istigal etmeyip sırf askeri vazifelerini yapmaları, ve kendisini gerek Afgan, gerek Türkistan ve Buhara halkı ve askerlerine sevdirmeleri,
2.Giden subayların zahiren Afgan Hükümetinin adamları olmuş gibi görünmekle beraber, daima ve her halûkarda Türk Hükümetinin bilcümle emirlerine tâbi olacak ahlak ve metanette seçilmesi ve bunu bir dereceye kadar temin zımmında Afganistan hizmetinde bulundukları müddetçe terfi vesair hususlarda Türk Ordusu kadrosuna dahil bulundurmaları,
3.İş bu heyetle telli ve telsiz telgraf muhaberatının tesisine çalışılması,
4.Afganistan idarecilerinin harici entrikalar sayesinde İslâmiyet ve Türklüğün menfaatlerine aykırı bir suretle hareket etmeye hazırlandıkları takdirde Heyetimizin bir suretle hareketlerine mani olabilecek ve Türk ve İslâm menfaatlerine hizmet eden bir Afgan partisini iktidar mevkiine getirebilecek kadar kuvvetli bir yer edinmesi, istenmiştir.

1920 Eylülünde Taşkent üzerinden Kabil’e geçen Cemal Paşa, yanında Birinci Dünya Harbinde Ruslar’a esir düşmüş ve Sovyetlerin serbest bıraktığı Türk subaylarının bir kısmını yanına almış, bunlardan altısını Hive’de, altısını Buhara’da bırakarak Türkistanlı gençlere harbiye kurslarını açmalarını emretmiş, 15-20 Türk zabitini yanında götürmüştü.

Emanullah Han, Kabil’e gelen Cemal Paşa’ya Afgan ordusunu tanzim görevi vermiş ve bundan da hoşnut kalmıştır. Afgan emiri Emanullah Han; Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı 13.07.1921 tarihli mektubunda; esaretten kurtulduktan sonra azad Türkistan ve müstakil Buhara yoluyla ülkesine gelen üç Osmanlı subayının Afganistan Devleti askeri hizmetine memur edildiğini, yaptıkları hizmetten memnun kaldıklarını, yalnız bu subayların kendilerine verilen görevleri tamamlayınca aziz vatanlarına dönmek isteklerinin kabul edildiğini, Afganistan Devleti Harbiyesini tanzim etmek üzere bir askeri heyet gönderilmesini istemiştir .

Kayserili Başkâtipzâde Teğmen Ragıp Efendi 21. Aralık 1889’da Kayseri’de dünayaya gelir, 1897İbtidaiye ( ilk okul), 1901-1907 Rüştiye ve İdadi, 1910’da İstanbul Bayezıd Medresesi İslâm Hukuku tahsili yaparken Balkan Savaşının patlak vermesi üzerine, kısa bir askeri eğitimden sonra, yedek teğmen subay olarak Erzurum cephesine, gönderildi, Osmanlı-Rus sınırında nöbete girdi, 11 Temmuz 1916’da Ruslar’a esir düşerek Sibirya Grasnoyarsk esir kampına gönderildi. 17 Ekim 1917 Bolşevik ihtilalinden sonra, Orta Asya ( Büyük-Ulu Türkistan’ı) da bulunan milletleri, Çarlık Rusyasının yıkıldığını anlatmak, yeni rejimlerine ısındırmak, belki komünist yapmak, Hindistan’dan kuzeye çıkmak isteyen İngilizler hegemonyasından kurtulmak için isyanlar çıkarmak amacıyla Rus istihbaratı, Türk esirleri kullanmak isterler. Esirler de belki kaçmamıza, hürriyete imkan çıkar düşüncesiyle , göstermelik de olsa bunu kabul ederler ve 17 Haziran 1920’de Türkistan’a hareket derler. 23 Temmuz 1920 Cuma günü Taşkent Turan Mektebine yerleşirler.

Bir ay kadar Taşkent’te kalan Ragıp Efendi, Memleketine dönüş hazırlıkları yaparken, 20 Ağustos 1920’de IV. Ordu Komutanı ve Osmanlı Bahriye Nazırı ( Deniz Kuvvetleri Komutanı ) Cemal Paşa Taşkent’e gelir ve büyük bir törenle karşılanır. Şenlik ve ziyafetler de verilir. Ragıp Efendi de bu ziyafetlere davet edilir. Şeyh Hovand Tahur camiinin o zamanki görkemli manzarasını da unutamaz …

Cemal Paşa, tutsak Türk subaylarıyla bir toplantı yaparak, İslam İhtilâl Cemiyetleri Birliği , Halk Şûraları Fırkası, Türkiye ve Mazlum Doğunun Kurtuluşu işleri ile uğraştığını, aynı zamanda Türkistan Müslümanlarının birleşerek, Hindistan seferi ile İngilizleri bu bölgeden çıkarmanın İslâm toplumu için kaçınılmaz bir vecibe olduğunu vurgulayarak, bu işe baş koyulması gereğini ve burada bulunan subaylarla Afgan ordusunu eğitmek amacını açıklar. Bu durum Bolşevik Rusların işine geliyor, ancak Cemal Paşa’ya güvenmiyorlardı.

29 Ağustos 1920 Pazar günü özel bir trenle Cemal Paşa, Bedri Bey, ve arkadaşlarından bir kısımı ile 19 silahlı suvariyle Taşkent’ten ayrılarak 31 Ağustos 1920 Salı günü Semerkand’a oradan da atlarla 2 Eylül 1920’de eski Buhara’ya gelirler. Buhara yanıp-yıkılmakta, bu sırada Bolşevik askerler Emir Yahya’nın Sarayını yağmalamaktadırlar. Emir Yahya şehri terk etmiştir. 15 Eylül’de Merv şehrine gelindi. Anavatan Anadolu ve İstanbul’a gidecekler buradan gruptan ayrılarak Aşkabat istikametinde yollarına devam ettiler.

Cemal Paşa, yaveri, Teğmen Ragıp Efendi ve 19 arkadaşı Guşka ‘’ Köşk ‘’ istikametinde yollarına devam ederek Afgan sınırını geçtiler ve 17 Eylül 1920 ‘de Cuma vakti Herat’ta askeri törenle karşılandılar.ve Şahbağı’na yerleştiler.

Başkâtipzâde Teğmen Ragıp Efendi Hatıratına göre, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarında Afgan Ordusunun, Türk subayları tarafından eğitildiğini özetle şöyle anlatır :

Herat’da birkaç gün dinlendikten sonra Naib-i Saltanat tarafından davet edilir, şaşalı bir alayla saraya gidilir ve yemek yedik, yemekten sonra Ramazanlarda eskiden Osmanlı İmpatarorluğu Döneminde olduğu gibi diş kirası yarımşar Afgan lirası verirler. 30 Ekim 1920 Cumartesi günü Kabil’e hareket ederek 5 Kasım Cuma günü Kabil’e varırlar, özel bir karşılama töreninden sonra sarayda konaklarlar….

!6 Kasım 1920 Cumartesi günü Savunma Bakanlığını ziyaret ederler. Giritli Enver Efendi Kabil’e varıldığında hastalanmış ve hastaneye kaldırılmıştı, Ziyaret dönüşü ölüm haberi gelince herkes müteessir oldu.

19 Kasım 1920 de Afgan Kralı tarafında at yarışlarına davet edilirler, Aynı gün Silah Fabrikası Müdürü Türk Yüzbaşısı Ali Rıza Efendi davetine icapla Fabrika gezildi ve Türkiye’den Kabil Büyükelçisi olarak gelen Yüzbaşı Abdurrahman Efendi de beraberlerinde idi .

Cemal Paşa tarafından Fergana Emiri ve Kolbaşları ile görüşmek üzere görevlendirilir. 3 Aralık 1920 Cuma günü 50 Rus Lirası yol gideri verilerek, Rus, Afgan ve Korbaşılarına hitaben görevli olduğunu belirtir resmi mektuplarla, ikamet ettiği Kala-i Fütüh’dan yola çıkar. Uzun ve meşakkatli yolculuklardan ve gerekli görüşmeleri yaptıktan sonra, Komünist Ruslar tarafından devamlı gizli gözetimi fark ederek, Fergana Emiri ve Basmacı Aşireti mensuplarının Cemal Paşa’ya yazdıkları cevabı mektupların muhteviyatını bildiği için Ruslar’ın eline geçmemesi için yakar ve daha sonra ikamet ettiği Regina Otelde tutuklanır. Ancak üzerinde bir şey bulunamadığı için serbest bırakılarak Kabil’e gitmesine izin verilir, ancak seyahat evrakları verilmez. Bu da Cemal Paşa’ya bir darbe olur ve Komünist Ruslar’ın kendisine güvenmedikleri ihtimalini açığa çıkarır.

Ragıp Efendi, seyahat evrakları verilmediğinden, Cemal Paşa’dan da haber beklediğinden altı aya yakın bir zaman zorunlu olarak Taşkent’te kalır. 16 Mart 1920’de bir deprem olur. Aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Ruslarla bir barış antlaşması yaptığı ve Avrupa ve Karadeniz kıyılarında bulunan esirlerin üç ay, Asya’da bulunan esirlerin altı ay içinde serbest bırakılacağı haberi, Teğmen Ragıp Efendi ve arkadaşlarını çok sevindirir. Bu arada 1 Mayıs Bolşevik Bayramını izler. 17 Mayıs Salı günü Anadolu Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi İsmail Suphi ( Soysallıoğlu ) Taşkent’e ilk gelen resmi görevli olup, Anadolu’dan güzel haberler getirir, birkaç gün sonra sohbet edip, birlikte Taşkent’te tiyatroya giderler. 3 Haziran’da İsmail Suphi Bey Taşkent’ten ayrılır. Ertesi gün Rus Elçilik emniyet görevlisi Madam Gobz, seyahat evraklarını iade eder ve 5 Haziran günü Ragıp Bey Taşkent’ten ayrılarak , zorlu, meşakkatli bir seyahat sonucu 18 Temmuz 1921’de Kabil’e ulaşır.

20 Temmuz 1921’de Cemal Paşa ile görüşerek, Fergana Basmacılarının uğraşlarını, Enver Paşa’nın Buhara yöresindeki Türkmenler ve basmacılar üzerindeki etkileri, Korbaşlarının Cemal Paşa’ya teklifleri ile seyahati hakkında geniş bilgileri sunar.

15 Ağustos 1921’e kadar geçen sürede dinlenme, Türk ve Afgan subaylarını ziyafetleri ile vakit geçirir, Anadolu’dan gelen iyi haberler, vatan özlemi üzerine istifasını verir, ancak Cemal Paşa’yı ikna edemez .

Bundan sonraki günler, pratik ve teorik öğretimle geçer, eskisi gibi Cemal Paşa ile politik konulara girmez.Tamamen Afgan Ordusunun eğitimiyle uğraşır. Cemal Paşa artık anlamıştır ki Büyük Turan hâyalinin gerçekleşmeyeceğini, İttihad-ı İslam ile İngilizler’in Asya’dan atılamayacağını anlamış ve her ne olursa olsun, Anadolu’da Mustafa Kemal ile görüşmesi gerekliliğine inanarak, sade bir törenle Cemal Paşa vedalaşarak Yaveri Nusret Beyle birlikte Moskova yoluyla Avrupa’ya geçmek üzere Kabil’den ayrılır

26 Haziran 1922’de Kabil Büyükelçimiz Fahri Paşa Kabil’e gelir, olağanüstü bir törenle ve Türk subaylarının komuta ettiği birlikler ve bando ile karşılanır.. 29 Haziran’da Elçilik erkanı ile Emir’in karşısına çıkar, 30 haziran 1922 Cuma günü Gülbağları gezilir.

21 Temmuz 1922 Cuma akşamı Cemal Paşa ve yaverleri Nusret Bey ve diğer Yaveri Süreyya Bey Tiflis sokaklarında Ermeni militanlarının suikatine kurban gittiğine dair üzücü haberler gelir . 15 gün sonra da Enver Paşa’nın Belcivan’da Ruslarla yaptığı çarpışmada şehit düştüğü acı haberi Kabil’e gelir .

1 Mart 1921 tarihinde Moskova’da bulunan Türk-Afgan Heyetleri tarafından imzalanan Dostluk Antlaşması , Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylandığı için, karşılıklı sunulması için Kabil’e gönderilmişti. 8 Ekim 1922 Salı gecesi Dil-Gûşa Sarayı’nda Emir tarafından Türkler’in başarısı şerefine bir gece düzenlenmiş, geç saatlere kadar süren geceye İran, Rus, İtalyan, Fransız Elçileri ile Türk subayları bulunmuş, gecede Emir tarafından Türk kurtuluş Savaşı kahramanı, büyük lider Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ve silah arkadaşlarına Afgan Nişanı verileceği bildirilmiştir.

20 Ekim 1922 Cuma günü ise, bayram yeri denilen Iyd-gâh’ta Cuma ezanını ve hutbeyi Emir Hazretleri okudu, Türk ve İran Hükümetlerine dûa etti. Namazdan sonra da büyük bir kalabalık önünde Dışişleri Bakanına Türklerle yapılan antlaşmayı madde medde okuttu . Kendisi de halka açıklamalarda bulundu. Afgan halkının önünde antlaşmayı imzaladı ve Afgan Bayrağına sarılı antlaşmayı Türk Büyükelçisi Fahri Paşa’ya verdi. Elçi bayrağı öpüp başına koyduktan sonra, açıp içindeki antlaşma metnini aldı, Afgan Bayrağı boynuna sardı. Türk Bayrağına sarılı antlaşmayı Emir Hazretlerine verdi, O da öpüp başına koyduktan sonra Bayrağa sarılı metni alarak, Türk Bayrağını boynuna sardı. İslâm Birliği adına Türk Büyükelçisi Fahri Paşa ile Emir Hazretleri el sıkıştılar. Emir Hazretleri, Ben şimdiye kadar Türklerin dostuyum, derdim. Şimdi ise Türklerin fedâisi oldum ! dedi ve halk tarafından dakikalarca alkışlandı. Dûa ve marşlardan sonra, Büyükelçimiz Fahri Paşa ve Emir Hazretlerinin boynunda bayraklar olduğu halde Saraya gelindi .

Esarete düşmüş Türk subaylarından Teğmen Ragıp Bey ve arkadaşları Emir Emanullah Han’a gerekli müracaatları yapıp, gerekli müsaade alındıktan sonra ; 22 Ekim günü, Anavatana dönüş hazırlıkları başladı ve aynı gün Emir tarafından kabul edilerek Afgan nişanı verildi ve çeşitli hediyeler sunuldu. 29 Ekim 1922 Pazar sabahı, Anadolu’ya gitmek üzere Afganistan’ın başşehri Kabil’den ayrılırlar. Uzun bir yolculuktan sonra Herat, Merv, Aşkabad, ve Hazar Denizi kıyısındaki Grasnovostsk , vapurla Bakü, Gence, Karabağ, Şamhur, Tiflis yoluyla Batum’a varır. Artık Rus zulmunden tamamen kurtulmuşlardır. İyonya isimli vapurla 9 Aralık’ta Trabzon’a ulaşır, 12 Aralık Samsun, 18 Aralık’ta İstanbul- Kavaklar’a ulaşır .

10 Mart 1926 tarihli bir Başbakanlık kararnamesiyle ile Kabil’de açılmış bulunan İhtiyat-ı Zabitan Mektebine öğretmen olarak görevlendirilmek üzere 5 Subayın Türkiye’deki rütbeleri bildirilmemek ve sefarete mensup olmak şartıyla gönderilmesi anlaşmasına parelel olarak 15 Afgan subay grubu Harbiye Mektebine misafir öğrenci olarak alınmış, suvari, topçu ve piyade sınıflarına ayrılmıştır. Ayrıca Afgan Ordusundan gelen ve Üçüncü Kolordu’da eğitime alınan 8 yüzbaşı ve 7 mülâzımın eğitimleri tamamlanıncaya kadar Türk subaylar gibi maaş almaları da Türk Hükümeti tarafından sağlanmıştır.

5. Kolordu Komutanı Ferik Naci Paşa Afganistan Hükûmeti Harbiye Nezareti Müsteşarlığına getirilmiştir. 3 Aralık 1928’de Cumhuriyet Gazetesinde belirtildiğine göre Afganistan’a gidecek heyetin Kâzım ve diğer Kâzım Paşalar, Miralay Hidayet, Nuri, Reşit, Cemil, Muharrem, Binbaşı İzzet, Halim, Yüzbaşı Raşit’den oluşacaktır.

1928 yeni bir anayasa kabul edilir, Kasım 1928’de Celâlâbad’da bulunan Şinvari Puştun Kabilesi ayaklanarak Kabil’e gelir ve silahları toplar. Ocak 1929’da da Emanullah Han en büyük oğlu İnayatullah’ı yerine bırakarak Hindistan yoluyla Roma’ya kaçar. Bu Arada Gazi Mustafa Kemal de Afganistan’daki Türk askerlerine ‘’ hayatlarını ortaya koyarak Emanullah Han’ı korumaları yolunda talimat vermişse de, talimat Kabil’e varıncaya kadar, Emanullah Han, Hindistan’a geçmiştir.

Habibullah Kalakani Han tahtı ele geçirmek için kanlı bir mücadele yapar ancak 15 Ekim 1929’da Emanullah Han’ın akrabası Muhammed Nadir Han krallığını ilân eder. 9 Kasım 1933’de suikaste kurban giden kral yerine Nadir Şah’ın 18 yaşındaki oğlu Zahir Şah Afganistan tahtına geçer. 8 Nisan 1937’de Tahran’da Sadabad Paktı kurulur.

Haziran 1996’da Mehmet Ali Fuat Dağpınar, Kâbil’e Dışişleri ve Parlemento Hukuk Müşaviri olarak gider. Daha sonra Afganistan Yüksek İdare Okulu’na Dekan tayin edilir. Önceleri Afgan Hükümeti bina, öğretim üyesi azlığı, öğrenci yetersizliğini öne sürerek zorluklar çıkarırsa da Mehmet Ali Fuat Dağpınar, zorluklarla mücadele eder, okulun açılması için elinden gelenleri esirgemeyerek, mücadelesinde muvaffak olur. 6 Ekim 1938’de Siyasal Bilgiler Akademisi adıyla açılışı yapılmıştır .

1938’de Kabil Elçiliğine Fahri Paşa tayin olmuş, beraberinde bir grup eğitimci subayla Afganistan’a hareket etmiş, Afgan Askeri Lisesinde Tarih, Coğrafya, Matematik, Biyoloji derslerini vermek üzere dört öğretmenden sonra beş öğretmen daha gönderilmiştir. Her yıl en çok 50 Afgan subayı Türkiye’de kurs ve staj yapmak üzere Türk Ordusuna kabul edilecekleri bildirilmiştir. İzmir Erkek Lisesine 10, Manisa Orta Okuluna 6 Afganlı öğrenci alınmış, Haydarpaşa Lisesi öğrencisi Ankara Hukuk Fakültesi yatılı kısmına kaydedilmiş, Kasım Han, Mansur Han, Kayyum Han’ın Askeri Tıbbiyeye alınmıştır. Afganistan’a 6 öğretmen ile Afgan Maarif Nezaretine müşavir olarak İsmail Hikmet Ertaylan, Kabil Öğretmen Okulu için bir müdür ile 2 öğretmen gitmesi, kabil Tıp Fakültesi ve İlköğretmen okuluna dört öğretmen daha gönderilmesi kararlaştırılmıştır.

Afganistan’da bulunan Türk Elçilik misyonun çocuklarının tahsisline devam etmelri için de 25 sene sonra Milli Eğitim Bakanlığı yapacak olan Prof.Dr. Orhan Oğuz, Milli Eğitim Bakanlığına başvurarak bir Türk okulunun açılmasını sağlamış ve ilk müdür olarak da kendisi atanmıştır .

Afganistan Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin kurulmasına yardım edilmiş, Kâbil Tıp Fakültesi Tababeti Adliye ve Ruhiye profesörlüğüne Samsun Adli Tabibi Dr. Şakir Tural’ın getirilmesine Türk Hükümetince izin verilmiştir.

23.07.1959’da Afgan Erkan-ı Harbiye Reisi Tümgeneral Hasan Han Türkiye’yi ziyaret etmiş ve Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun tarafından karşılanmıştır .

16-17 Temmuz 1973’de eski Başbakan General Muhammed Davut askeri bir darbe ile Zahir Şah’ı devirdi, Roma’ya sürgüne gönderildi.

24 Aralık 1979’da Sovyet işgali kuvvetlerine üç gün dayanabilen Afganistan, artık 85 bin kişilik Rus Ordusu işgaline girmiş, Cumhurbaşkanı Emin Bey öldürülmüş, yerine kukla Babrak Karmel getirilmiştir. 1992de Nur Muhammed Terakki, Sovyetler Birliği’nde eğitim görmüş askerler vasıtasıyla Davut Han’ın iktidarına son verdi ise de çok sayıda Afganlı mülteci durumuna düştü, Mücahitler, Taliban iktidarı ve nihayet Amerika müdahalesi…

11 Eylül 2001 tarihinde New York’taki ikiz kuleler me’şum hadise nedeniyle, o tarihteki Taliban yönetiminden Usama bin Ladin Amerikalılarca istenmiş, sonuç alamayınca da 13 Ekim 2001 tarihinde Taliban yönetimini Amerika devirmiş, ancak terörün sonu alınamamıştır. Bugün Afganistan’da iki grup terörle mücadele etmektedir. Sürekli Özgürlük Harekatı, El Kaide ve Taliban’la;. Ulusal Güvenlik Yardım Kuvvetleri, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararı ile 16 Ocak 2002’de Başşehir Kabil’in güvenliğini üstlenmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi; dost ve kardeş Afgan halkının zor günlerinde, ona 89 yıl öncesinde olduğu gibi dost elini uzatmak ve yardım etmek amacıyla, Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi Kararlarına parelel olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri NATO bünyesinde görev alarak, 10 Ekim 2001 tarihinde 722 sayılı kararla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Afganistan’da görev alması konusunda karar almış ve ilk hamlede eğitici 267 kişilik bir personel görevlendirmiştir.

20 Haziran 2003 tarihinde ise 1350 personelden oluşan bir birlikle yer değiştirmiş, 10 Şubat 2003’de personel sayısı 140’a düşmüş, talep üzerine 2005 yılında yine 1450’ye yükselmiştir. Daha sonra bu sayı yine 360’lara düşmüş, 4 Şubat 2007 de Afgan Cumhurbaşkanı Hamit Karzai’nin ve Birleşmiş Milletler’in talebi üzerine 1100 kişilik bir birlik gönderilmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri Afganistan’ın güney bölgesinde, Taliban Birliklerine karşı savaşmak üzere, NATO üyesi ülkelerden, bu arada Türkiye’den de muharip güç talebinde bulunmuştur. Türkiye, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin terörle mücadelesini öne sürerek bu talebe sıcak bakmamıştır. Bunda kamuoyu hassasiyetinin de etkili olduğu söylenebilir. ABD, konuyu 2-4 Nisan 2008 tarihleri arasında Romanya’nın Başkenti Bükreş’te yapılan NATO zirvesinde de gündeme getirmişse de yeterli destek bulamamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Afgan Ordusuna 1993-2007 yılları arasında 7.1 milyon dolar tutarında , giyim, silah ve mühimmat, telsiz, v.b. askeri malzeme hibe yardımı yapmış ve yapmaya da bütçe imkanları çerçevesinde devam etmektedir. Ayrıca Afgan Askeri Lisesi modernizasyonu üzerinde çalışılmakta, Afgan Harp Okulu öğrencilerinin ihtiyaçları ile 13 danışman öğrettim üyesi kadrosu desteklenmektedir. Bunlara ilaveten 1452 personele Afganistan’da, 343 personele Türkiye’de eğitim verilmiş, verilmeye de devam edilmektedir.

Sadi Bayram

www.sadibayram.com

6 Yanıt

  1. merhaba BAYRAM hocam, öncelikle kendi selamlarımı ve sayıgılarımı yüreğimin debinden size elmekle yolu ile size iletmek istiyorum.ben “Afganistan Tarihi Hakkında bir Bakış mekalenizi internetten okudum. gerçekten güzeldi.size tebrik ederim. ama birşey size şunu sormak istiyorum.Temur dedemizin aksak olup olmadığını nerden biliyorsunuz? acba tarih veya diğer kitaplardan mı okudunuz yoksa kendiniz bizat o asırda yaşıyor muydunuz? bu sorunun cevabı çok besittir ki siz yirmi birinci asırda yaşıyorsunuz.bunun cevabını kendim kendime veririm.eğer kitaplardan okuduğunuzu söylüyorsanız bu da bellidir ki onu asırlardan beri öç almak isteyen Türklerin piç düşmanı olan fars milliyetçileri yazmıştır. Eğer duyduğunuzu yazıyorsanız o bir söylentidir. cevabınız bu da değilse o zaman sultan yıldırım bayezid’in torunlarındansınız.onun öçünü almak için kalkmışsınız. bu edalet değildir. ben kendim de Türk’üm büyüklerime hekaret değil de gurur duyuyorum. onlara saygı duymayı burç biliyorum. çünkü onların Türk dünyası için yapmış oldukları işleri yüzde birini biz yapamadık. yok deseniz eminseniz onun aksak olduğunu ispatlayın? Necip EKBERİ

  2. önce sizi hocam sonra necip kardesimi kiniyorum nedenmi AKSAK TIMUR acem ve düsmanlarin tabiridir sizin gibi bir hocanin yapacagi bir hata degil, öyrenmemek ayip .elimden geldigince yardici olayim ozatin adi turk cografyasinda EMIR TIMUR. NECIP KARDES KIRICI OLMAYALIM ÖYRET ÖYRENELIM.

  3. güzel bir yazı ama biraz uzun olmuş :)

  4. okuma arkadaşım ozaman

  5. hocam selamlar ve sevgilerimle sizi tbrik ediyorum cok guzel bi makale yazmisniz amma sizin gibi bir akademesenden bizim ulu atamiz hazreti temurun hakkinde boyle anlamsiz bir ad kullanmanizi ben bir turk cicugu olarak kabul edemiyorum lutfen bu sakar sozunu duzeltin bu kelime ancak turk dusmenleri tarafindan soylenen bir ihanet sozudur

Yorum bırakın