Türk Cumhuriyetleri Ortak Latin Alfabesinin Neresinde?


Sovyetler Birliği’nin dağılmasından önce Türkiye’nin Türk cumhuriyetleriyle ilişkileri sağlıklı değildi. Rusya’nın yayılmacı politi ka sına karşı Türkiye dikkatli olmaya çalışıyor, Rusya da egemenliği altındaki Türk yurtlarıyla Türkiye’nin ilgilenmesinden ve el altından yürüttüğü faaliyetlerden rahatsızlık duyuyordu.

1991′de Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte Türk cumhuriyetleri de bağımsızlığına kavuştu. Bunun sonucunda beş bağımsız Türk cumhuriyeti daha ortaya çıkmış oldu: Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan. Dünyanın değişik bölgelerinde heyecan ve ilgiyle izlenen bu gelişmeler, Türkiye’yi yakından ilgilendiriyordu. “Hazırlıksız yakalandık” sözlerini o günlerde sıkça duyduk. Ne yapacağımız, ilişkilerimizi hangi çizgide yürüteceğimiz tam olarak belli değildi. Milliyetçi çevrelerde daha baskın olmakla birlikte Türkiye’de büyük çoğunluk yıllarca esir Türklerin bu esaretten kurtulmasını dillendiriyordu. Ancak esir Türkler bağımsız olunca neleri nasıl yapacaktık, bunlar üzerinde fazla durulmuyordu. Çünkü Türk yurtlarının büyük bir kısmının bu kadar kısa sürede bağımsız olmasına ihtimal verilmiyordu. Bağımsızlık; yeni ordu, yeni bayrak, yeni para birimi gibi birçok “yeni”yi beraberinde getiriyordu. Bu hareketlilik içerisinde Türk dünyasının kültür birliği gündeme gelmeye başladı. Kültür birliğinin sağlanmasında, alfabe birliği önemli olduğu için Kiril’den Lâtin’e geçişle ilgili tartışmalar da gündemdeki yerini aldı.

Ortak alfabe için ilk girişimler

Geçmişte çok değişik din ve kültürle yüz yüze gelen Türkler, yüzyıllar içerisinde bu kültür ve dinlerin etkisiyle alfabelerini de değiştirmişlerdir. Bugüne kadar Türkçe metinlerde Göktürk, Uygur (Soğd), Mani, Brahmi, Arap, Grek, İbrani, Kiril, Lâtin alfabeleri kullanılmıştır. Belki bu açıdan yeni cumhuriyetler, alfabe değiştirme pratiğine yatkın olabilirlerdi. Üstelik bir asır içerisinde üç alfabe kullanmışlardı. Orta Asya ve Kafkaslardaki Türk boyları, yazılı edebiyatlarının başlangıcından yaklaşık 1928′e kadar (birkaç yıllık farkla) Arap alfabesini kullanmışlardı. 1928′de Rusya’nın telkinleriyle Lâtin alfabesine geçmişler, bu alfabeyi de 1940 yılına kadar kullanmışlardı. 1940′tan 1990′lı yıllara kadar Kiril alfabesini işlettikten sonra bağımsızlığın ardından kimisi tekrar Lâtin’i kabul etmişler, kimisi de hâlâ Kiril’i kullanmaktadırlar. Lâtin alfabesinin Türklere önerilmesi ve kabul etmelerinin sağlanmasında amaç, büyük bir ihtimalle, onları önce Arap harflerinden bu yolla koparmak, daha sonra da Slav asıllı Kiril alfabesini kendilerine kabul ettirmekti. Türkiye Cumhuriyeti 1928′de Lâtin’e geçince bir derece alfabe paralelliği ortaya çıktığı için ilelebet bu alfabeyle yazmaları da Sovyetlerin pek işine gelmezdi.

1991 ve hemen sonrasındaki yıllarda dil alanında Türkiye ve Türk cumhuriyetlerinde önemli görüşmeler ve heyecanlı tartışmalar yapılır. 1991 yılında Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü tarafından “Milletlerarası Çağdaş Türk Alfabeleri Sempozyumu” düzenlenir. Bu sempozyuma katılan delegeler Türk lehçeleri için tavsiye edilen 34 harfli ortak alfabeye imza atarlar. Bu alfabe, Türkiye Türkçesinde kullanılan Lâtin temelli alfabeye beş harfin daha ilâve edilmesiyle oluşturulur. İlâve harfler büyüklü küçüklü şunlardır: “Ä ä”, “Ñ ñ”, “X x”, “Q q”, “W w”. Bu toplantılar ve tartışmalar meyvesini vermeye başlar ve değişik zamanlarda Azeri, Türkmen ve Özbekler kademeli olarak Lâtin alfabesine geçmeyi kararlaştırırlar. Azerbaycan, 25 Aralık 1991′de Kiril harflerini bırakıp Lâtin alfabesine geçme kararı alır. Ancak “Ä ä” harfi yerine “Ə ə”yi kabul eder. Bu kabul, aynı zamanda 34 harfli ortak alfabeden ilk sapmadır. Buna rağmen söz konusu ortak alfabeye en sadık kalan Azerbaycan’dır. Bu alfabenin Türkiye’de yürürlükte olan alfabede bulunmayan karakterleri şunlardır: “Ə ə”, “Q q” ve “X x”. Yeni Azeri alfabesiyle yazılmış bir metin, kod farklılaşması olmadığı için Lâtin temelli alfabe kullanan biz Türkiye Türkleri tarafından kelimelerin rahat anlaşılmasında büyük kolaylıklar sağlamış oldu. 12 Nisan 1993′te Türkmenistan, 2 Eylül 1993′te de Özbekistan Lâtin alfabesini kabul ederler. Bu iki Türk cumhuriyetinin kabul ettikleri alfabede 34 harfli ortak alfabeden sapma epeyce fazladır. Türkmenistan, farklı kodları benimseyerek, kabul edilen 34 harfli Türk alfabesinin biraz dışına çıkmış oldu ve “ı” yerine “y”, “y” yerine “ý”, “c” yerine de “j”yi kabul etti. Örnek olarak; “dizgici” veya “ürün toplayıcı” anlamlarına gelen “yıgıcı” kelimesi, “ýygyjy” şeklinde yazılınca, bu kelimenin yaşadığı bir başka lehçe ana dili olanlar için ilk andaki hızlı çağrışım yok edilmiş oldu. Türkiyeli birisi “yılını” kelimesini “”ýylyny” şeklinde görünce onda hiçbir çağrışım yapmaz. Özbekistan bir yandan “ş”, “ç” gibi harflerin İngilizcedeki yazılışları olan “sh” ve “ch”yi esas alırken bir yandan da yuvarlaklaşan “a” ile “o”nun tek kodla gösterilmesini kabul ederek iki farklı harfi birleştirmiş oldu. Lâtin temelli alfabeyi kullanan Türkler tarafından “çiçek” kelimesi “chichek” şeklinde yazılırsa, ilk bakışta farklı kod seçimini bilmeyenlerce bu kelimenin İngilizce sanılması kaçınılmazdır. “Çocuk çok nazlı bir çiçektir” cümlesini “Chocuk chok nazlı bir chichek tir” biçiminde yazdığımızda bütün kelimelerini çok iyi bildiğimiz Türkiye Türkçesine ait bir cümle bizden bu kadar uzaklaşırsa, bazı kelimelerini bilemeyeceğimiz Özbekçe bir metnin böyle bir tercihle ne kadar uzaklaşacağını siz düşünün. Bu yaklaşımların bir sonucu olarak, kelimeyi anlamak için harcamamız gereken ilk gayreti alfabeyi çözmeye ayırmak durumunda kalıyoruz.

Verdiğimiz örneklerdeki gibi farklı kodla gösterilmiş olan aynı karakterlerin bütün metin örgüsü içinde var olduğunu düşündüğümüzde, Türk lehçeleriyle yazılmış metinlerin işaretlerin arkasına gizlenmesiyle Türkler arasında anlaşma birkaç adım daha zorlaşmış olacaktır. Türkmenistan ve Özbekistan da günün birinde bu farklı kod tercihinin birlikten çok ayrılığa sebep olacağını anlayıp gerekli düzeltmeyi yapacaklardır. Nitekim Türkmenistan, bu anlamda daha önce 34 harfli ortak Türk alfabesinin dışında kabul ettiği bazı karakterleri sonradan düzeltmiştir. Azeri, Türkmen ve Özbeklerin dışında şu ana kadar Gagavuzlar, Karakalpaklar, Kırım ve Kazan Tatarları da Lâtin alfabesine geçme kararı almışlardır. Ancak 2002 yılında Duma’nın aldığı kararı meclis de onayıp kanun hâline getirince Kazan Tatarlarının alfabe değiştirme girişimi engellenmiştir. Çıkarılan kanuna göre, Rusya Federasyonu içindeki bütün halklar ana dillerini yazarken Kiril esaslı kendi alfabelerini kullanmak zorundadırlar.

Kazakistan ve Kırgızistan bağımsız oldukları için onların bu tür sıkıntıları yoktur. İsterlerse hür iradeleriyle Lâtin’e geçebilirler. 23 Kasım 2007 tarihinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e Türk Ocakları Genel Başkanı Nuri Gürgür tarafından sunulan 18 maddeli raporun 13. maddesinde ortak alfabe ve Kazakistan’ın tavrı konusunda şöyle denilmiştir: “Ortak alfabe konusu sürekli gündemde tutulmalıdır. Kardeş cumhuriyetler Latin alfabesine geçme konusunda oldukça mesafe almış bulunuyorlar. Daha önce Azerbaycan, Özbekistan ve Türkmenistan’ın bu yöndeki kararlarından sonra, son olarak Kazakistan’ın da aynı yönde adım atması sevindirici bir gelişmedir”.

“Dil ve alfabe konusunda ortak bir paydada buluşmamızı sağlamak amacıyla ilişkiler her alanda geliştirilmelidir. Daha önce bilimsel toplantılarda ortaya çıkan görüş birliğine paralel şekilde 34 harfli çerçeve alfabe gibi kararlar hayata geçirilmelidir. Bu hususta Türkiye de dahil ülkelerin kendi alfabelerini koruma dirençleri gözlenmektedir. Bu konuda örnek bir davranış sergileyebiliriz, alfabemizde esasen ihtiyaç bulunan iki harfin eklenmesini yeniden düşünebiliriz. Ortak eğitim kitapları, tarih, dil ve edebiyat konularında alınan birçok kararın temenni mahiyetinde kalmış olması, gerçekçi ve kalıcı atılımların yapılmaması büyük bir handikaptır.”

Doğru kültür politikaları şart

Azeri ve Türkmenlerin alfabe değişikliğini hızlıca benimseyip hayata geçirmelerinde uzun yıllardır Lâtin alfabesi kullanan Türkiye Türklerinin Oğuz soyundan gelmeleri etkili olmuş olabilir. Bu açıdan Latin’e geçmekte istekli olan Kazaklara Lâtin alfabesinin kabulü konusunda her türlü desteğin sağlanması gerekir. Çünkü onlar Lâtin’e geçtiklerinde yine Kıpçak soyundan gelen Kırgızların Lâtin alfabesine geçişi daha erken ve kolay olacaktır. Öte yandan Kazaklar Lâtin alfabesine tam olarak geçerlerse, Kiril alfabesi kullanan tek Türk cumhuriyeti olarak Kırgızistan kalacak, bu durum da onları Lâtin’e geçmeye teşvik olacaktır. Kazakistan Türkiye Türklerinin kullandığı 29 harfe ilâveten yeni kabul edeceği alfabeye 34 harfli ortak Türk alfabesinden “Ä ä”, “Ñ ñ”, “Q q”, “X x”, “W w” harflerini ekleyebilir. Rusça kelimelerde “V v”, Türkçe kelimelerde ise “W w” harfini kullanabilirler. Kiril’den Lâtin’e geçişte siyasî iradeyi yönlendirenler; dilbilimcilerin görüşlerine itibar etmeli, karar verirken kendilerine sunulan raporlardaki bilimsel ölçütleri mutlaka göz önünde bulundurmalıdırlar.

Dikkat edilmesi gereken başka hususlar da vardır. 1940 yılında kullanılmaya başlayan Kiril alfabeleri her cumhuriyet için ayrı ayrı karakterler göz önüne alınarak hazırlanmıştır. Bu, Rusların özel tercihine dayanıyordu. Paralel karakterler kullanılmış olsaydı; o zaman Türk boyları değişik lehçelerde yazılmış metinleri, en azından ortak öğeler söz konusu olduğunda, çok kolay anlayabilirlerdi. Ancak alfabe örüntüsündeki karışıklık, şuuraltındaki hızlı çağrışıma engel oluyordu. Kiril alfabesi, ayrıca Türkçe için gerekmeyen “E e”, “Ё ё”, “Я я”, “Ю ю” (“Ye ye”, “Yo yo”, “Ya ya”, “Yu yu”) gibi ikili karakteri gösteren harflere sahipti. Bu şekilde yapılan tercihler, aynı milletin çocuklarını birbirinden uzaklaştırmayı amaçlayan özel bir tasarımın ürünüydü. Türk cumhuriyetlerinin yetkilileri, akıllı davranıp bağımsızlığa kansız/acısız kavuşmuşken Rusya’nın yapmaya çalıştığı şekilde bir tercihle hareket etmemeliydiler. Aksine ihtiyaç duydukları birkaç harfi 34 harfi alfabeden ilâve etmekle birlikte aynı karakterleri kullanarak şuur altını harekete geçirip dilde yakınlaşmayı doğurabilecek paralel kodların kullanılmasına özen göstermeliydiler.

Özal’dan sonra kesintili olarak yürütülen ilişkiler, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Azerbaycan ve Türkmenistan ziyaretleriyle yeni bir ivme kazanmıştır. Cumhurbaşkanı’nın Kazakistan’a yaptığı seyahatte alfabe konusunun tekrar gündeme gelmiş olması ve ileriye yönelik olumlu gelişmelerin yaşanacak olması sevindiricidir. Bu yeni dönemde Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın Orta Asya ve Kafkaslar ile gerçek anlamda ilgilenmeleri beklenmektedir. İran, Çin, Rusya ve Amerika’nın bölgedeki girişimlerini Türkiye görmezden gelmemelidir. Şu ana kadarki inişli çıkışlı ilişkilere rağmen Türkiye bu bölgelerle iletişim kurmada hâlâ daha avantajlı durumdadır. Şuuraltını harekete geçirecek imkânlara sahip bir ülkeyiz. Yeter ki doğru politikaları belirleyebilelim. Öte yandan şu ana kadar bu bölgelerde okullar açılmış, ticarî ve ekonomik ilişkiler yavaş da olsa derinleşmeye başlamıştır. Yapılacak olan en önemli iş; daha önce buralarda eğitim hizmetinde, ticarî ve ekonomik hizmetlerde bulunmuş olanlarla iletişim kurarak doğru atılan temellerin üstüne bina kurmaya devam etmektir. Orta Asya bizim her zaman gönlümüzde etkili bir yere sahiptir. Atalarımız, bir zamanlar oradan gelerek Anadolu’yu maddî ve manevî anlamda yurt hâline getirmişlerdi. Yeni ilişkilerde zorluklar her zaman karşımıza çıkacaktır. Ancak birbirimizi iyi anlayıp sevgi, dayanışma, kaynaşma, yardımlaşma gibi değerleri iyi temsil edersek; Türkiye, her yönüyle anayurdumuzdaki gönüllerde kalıcı bir şekilde yer edecek ve Orta Asya’nın geleceği daha aydınlık olacaktır.

Prof. Dr. Mehmet Kara

Not: Şu yazı Aralık 2007`de Zaman gazetesinde yayınlanmıştır. Yalquzaq.com sitesi yazarın özel izniyle değerli okurlarımıza sunmaktadır.

Bookmark and Share

Bir Yanıt

  1. Thankx Man (:

Yorum bırakın