Tarih


GÜNEY TÜRKİSTAN (AFGANİSTAN) TARİHİ

Dr. A. M. TASKIN
23.01.2002

A) ADI, BAYRAGI, COGRAFI KONUMU, NÜFUSU

1- ÜLKENIN ADI ILE BAYRAGI

a) Ülkenin Adi
Çok eski çaglardan bugünlere kader yasatip gelen gelenekleri ile yaratiklari törelerine göre Türkler kendi önderleri ile yöneticilerine çok deger veren bir budunlar, bu için yasadiklari topraklarla kurduklari devletlerine hep kurucu kisilerin adini vererek gelmisler. Böyleçe, çok yakin geçmisten beri Avganistan adini tasiyan bu topraklarda, binler yil önce ilk kentlesme ile ilk uygarligi yaratan Türkler, yine su topraklarda onlarca büyük devletler ile kaganliklar kurmus olsalar da, bu kurdugu kaganliklari ile büyük devletlerine hep kurucu kisi yada onun bagli oldugu boy, urug veyada baskentinin adini vermisler. Bugünkü Avganistan topraklarinda kurulan Toharlar devleti, Yüciler devleti, Küsanlilar devleti, Gaznalilar devleti, Selcuklilar devleti, . . . ve Anadolu’da da Osmanli devleti ve Bati-Türkeli’de kurulan Temürliler, . . . devleti bu iddianin kaniti için bir kaç örnektir.
Bunlara ragmen, bugün Türk cumhuriyetleri adina tanilan Özbegistan, Kazakistan, Kirgizistan ile Türkmenistan cumhuriyetleri ile Tacikistan cumhuriyeti, Dogu Türkeli, Rus Federasyon’nun bir büyük bölügü ile Güney Türkeli’ni kendi içinde alan topraklar çok eski çaglardan BÜYÜK TURAN adini tasimaktadir. Bilisimizçe, kendine Türk adini veren ilk devlet Göktürk devleti edi, su devlet arkali Türkler yasayan topraklara Türkeli/Türkistan adinin verilmesi de baslanmis oldu. Bunu da bileriz ki Göktürkler çaginda Büyük Göktürk devleti iki bölümden ibaret olmustu, sonralar ondan Bati-Türkeli ile Dogu-Türkeli kavramlari yaratilmisolmustu. Sunundek sonralar, kendi çaginda Göktürk Kaganligi’nin bir vilayeti olan bugünki Avganistan’nin kuzeyindeki Türkeli’ye de, Güney Türkeli/Güney Türkistan adi verilmisti. Ancak bu adlar, bir yandan Rus sömürgeci devleti ve baska yandan da Çin talanci devletinin Türkelleri’ye ileri giterek isgal edisinden sonra, bu devletlernin büyük çabalari ile yavas yavas unuturulmaya ve unun ornunda [=yerinde] da “Orta Asya” ile “Sinkiang” kavramlari ornatilmaya baslatildi. Bu iki talanci devlet tarafindan, Türk adini bu topraklardan silip atmak için yürütülen siyaseten dolayi, bugün herkez Bati-Türkeli /Bati-Türkistan kavramlarinin yerine “Orta-Asya” ve Dogu-Türkeli/Dogu-Türkistan yerine da “Sinkiang” kavramlarini kullanmaktalar.
Su gibi, bir yandan bü iki büyük sömürgeci devletlernin güçlü etkisi altinda olan Kabil yönetimine baskisi ve baska yandan da bu yönetimin kendi içinde disaridan uyandirilan ve desteklenen Türklere karsi yagilik duygusudan dolayi, bu ülkede de Türkeli kavraminin yerinde “kuzey” sözcügü kullanilmaya baslatildi. Sonucta, 20. yüzyilnin ortalarina kader Türkistan denilen bölge, bugün “semti sumal/kuzey bölgesi” adini tasimaktadir.
Bu konuya iliskin en aci olaylardan biri kaçgün önce, ABD ziyareti sirasinda tüm basin ile yayin organlarinin huzurunda, sayin Ecevit’in basindan geçti. Böyle ki, Ecevit bir gazeteçinin Dogu-Türkistan dogrusunda sordugu bir soruyu, bir kaç kez tekrar edmesine ragmen, sonuna kader hiçte anlamadi ve böyleçe düzgün cevap da verebilmedi. Bu olayin aciligi nerde, her kes de bir soruyu bilmeye bilir deseniz ben de size katiliyorum, niçin ki her kisi- eger o kisi bir basbakan da olsa- bir soruyu bilmeyebilir. Ancak, sayin Ecevit bir yandan siradan bir kisi olarak degil, belki Türkiye Cumhuriyeti’nin basbakani sifatta ve baska yandan da bir soruyu degil belki “Dogu-Türkistan” kavraminin- gazeteçinin bir kaç kez tekrar etmesine ragmen- ne ve nerede oldugunu anlayamadi. Böyleçe görüyoruz ki Ruslar ile Çinliler’nin etigi çabalari kisileri -hatta basbakanlarimiz da- ne kader etkilemistir!
Ancak, Avganistan’nin konusuna gelinçe, bu ülkenin içinde ve disinda var olan bir takim çevreler, Asya’nin bu bölgesinde olan ayrim siyasi ve irkçi ülküleri ve yakin yada uzak amaclarindan dolayi, uzak geçmislerden 5. miladi yüzyila kader, bu ülkenin kendine hiç takmayan bir adi, demek ”Aryana” (Aryalilar [=Ari, irkina bagli kisiler] ülkesi, yurtu anlaminda ) adini tasidigini ileri sürmekteler.
Bu çevreler, kendi iddialarinin kaniti olarak, Veda ile Avesta gibi eski inançlardan kalan -çok eski çaglardan kaldigi ve ayri çaglarda çesitli siyasi ve mezhebi amaclardan dolayi üzerinde uydurmalar yapilan- ayri metinlerde “Arya” sözcügü ile ayri yerler, daglar, . . . adinin geçdigini ileri sürüyorlar. Bu metinlerde gelen yer, dag, yol, irmak, . . . adlari – dogru oldugu durumda- yalnizça bu irka bagli olan kisilernin buralardan geçen zamanda onlari görerek hakinde söylediklerini gösterebilir. Böyle tarihi metinler üzerinde olan arastirmalar bugüne kader hep siyasi ve irkçi amaclar ile karistirilmistir ve olardan gerçekleri ögrenmek de pek kolay degil. Ancak, bunu bileriz ki Mekedonyali Iskender (M.Ö.356-323) Türkeli’nin büyük bölümünü isgal altinda almisti ve onun ölümünden sonra Rom etkisi altinda bu topraklarda kurulan devlet kendi kültür sömürgeçiligini gerçeklestiris için çokta çabalanmisti ki, o çabalardan biri de, isgal altina alinan bölgelere, Romali adlar takmak olmustu. Böyleçe bir sira vilayetlere asagidaki Romça adlari verimis olmustular: Sogdiana (bugünkü Özbegistan’nin Buhara ile Semerkand kenleri bölgesi), Baktrien (Güney Türkeli’nin Balh bölgesi), Margiana (Türkmenistan’da olan Mari bölgesi), Aria (Avganistan’nin bati bölgesinde olan Hirat sahesi), Drangiana (Avganistan’nin vilayetlerinden biri olan Çahansur bölgesi) ve Arahozia (Avganistan’nin vilayetlerinden biri olan Kandahar ile Belüçler bölgesi). Böyleçe görüyoruz ki, eger çok eski çaglarda Aria kavrami kullanilmis olsa da, bu kavram tüm Avganitan’ni degil belki yalnizça onun batisindaki bir küçük vilayetini kapsamis olmusmus.
Sunun dek, yine su çevrelernin ayrim iddialarina göre, bu ülke 3. yüzyildan 19. yüzyila kader de kendine, günes çikdigi yer yada dogu anlaminda olan ”Horasan” adini tasimis olmusmus.
Bu ve bunun gibi baska iddialar, bu güne kader Iran, Avganistan ile Tacikistan’da var olan ve ayrim devletler arkali da kollanilan ”Büyük Iran” kurma ülküsünü tasiyan, iste irkçi ”Pan-Irançi” çevrelernin öykülerinden bir küçük bölümüdür. Böyle irkçi söylentilernin yanlis oldugu ile perde arkasi amaclarini gelecek bölümlerde göz önünden geçireceyiz.
Ancak, bunu biliyoruz ki bu ülke, 19. yüzyilin baslarindan beri, kendine (resmi ad olarak ilk kez 1801’nci yilda Ingiliz ile Iran’nin arasinda, Avganistan konusunda imzalanan bir anlasmada, bu ülkenin adi Ingilizler arkali resmen “Afganistan” olarak yazilmistir) Afganistan [=Avganistan] adini tasimaktadir.
Bu ad, “Afgan” (gerçekte Avgan sözcügünün arablastirilmis türü Afgan oluyor ki, bu için ülkenin Türkleri onlara bugüne kader Avgan, Hindustanlilar da Pettan ve kendileri ise Afgan, Pehtun yada Pestun de demekteler) sözcügü ile yer ve yurt anlamina olan Farsça’nin “-sitan” ekleminden ulasmis olmaktadir ki tam anlami ise Afganlar yada Pestunlar, Pettanlar’nin yurtu yada ülkesi demektir. Ancak, bu ülkede yasayan her kimse, o sirada bir kaç milyonluk Türk topluluguna da, bilimsel olarak “Afgan” degil, belki yalnizça Afganistan’nin ülkedesi veyada Avganistanli demek dogrudur. Bundan ötesine, demek kendini AVGAN tanimayanlara, Avgan demeyi bir büyük haksizlik olarak görmek gerekir.
Su gibi bu ülke, 1919’ncu yilda Ingilizler’den kendi siyasal özgürlügünü alana kader, “Avganistan Emirligi” adini, bu tarihten sonra da “Avganistan Kiralligi” adila tanitmis olmus. Ancak, 17.07.1973’ncü yilda ülkenin son kirali Muhemmed Zahir, amcasinin oglu olan Davud Han denilen kisi arkali bir darbe ile hakimiyetten düsürülmesinden sonra, “Avganistan Cumhuriyeti” adila, 27.04.1978’inci yilda Moskova yanli “Avganistan Halkinin Demokrat Partisi” arkali yapilan askeri darbeden sonra ise onun adi “Avganistan Demokratik Cumhuriyeti” oldu. Sunun dek 1992’inci yilda Moskova yanli hukumetnin çöktürülmesinin arkasindan da, sözde “Mucahid”ler döneminde bu ülkenin adi yine “Avganistan’nin Islami Devleti” koyuldu.
Simdi bakalim, 20.12.2001’nci yilda, Almanya’nin Bon kentinde kurulan ve ABD ordusunu destegi altinda ülkeye sokulan bu yeni hükümet kendine ve bu ülkeye yine hangi bir adi verecek?
b) Ülkenin Bayraklari
Türkçe’de bayrak için kullanilan kavramlarin sayisi, onun Türkler’nin yasaminda oldugu önemini en iyice anlatmaktadir. Dilimizde bu önemli belge için kullanilan kavramlar, Bayrak/Batrak [M. Kasgarli’ya göre, mizraklarina ipek takilan bayrak], Perçem/ Beçkem [M. Kasgarli’ya göre, alamet, belge, savas günlerinde yigitlerin belge olmak üzere takindiklari ipek parçasi, ya da dag sigiri kuyrugu], Sancak [“sançmak” dan gelen, büyük bayrak; üzeri yazi islemli ve kenarlari saçakli bayrak anlamina. D. M. Dogan: Büyük Türkçe Sözlük, 10. Baski, Ülke Yayin Haber.], ile Tug’dan [M. Kasgarli’ya göre, hakanin yaninda çalinan kös ve davul, sancak, ipekten yada kumastan yapilan bayrak anlamina] ibarettir.
Avganistan denilen bu Türkelin’de, Türkler çok eski çaglardan yagilarina karsi yaptiklari savaslarda, kendi belgeleri olarak ayri boyakli ve çesitli kuslar, büke [= ejderha], kaplan, kurt gibi türlü belirtelerle süslenmis bayraklari kullanmislar. Ayri tarihçiler, Islam’dan önce, Türk büyük yalavaci olan Sartust [=Zardust, Zaradust, . . . olarak yazilan] çaginda, bu ülke bayraginin boyagi yesil ve 8. yüzyilda ise [demek kendi çaginda Türk büyük önderi olan Abu-Muslim döneminde] kara [=siyah] oldugunu yazmaktalar.
Ancak, bu topraklarda kurulan onlarca Türk kaganligi ile büyük devletlerinden, yalnizça Ak-Hunlar Kaganligi (M.S. 420-552), Göktürk Kaganligi (M.S. 552-743) ve Islam’dan sonra Gaznalilar Kaganligi (M.S. 962-1183), Büyük Selcuk Kaganligi (M.S. 1040-1157), Büyük Temür Kaganligi (M.S. 1369-1501) ile Babür Kaganli’nin bayraklari ile bayraklarini süsleyen belinteleri bize somutça bellidir.

Akhun 

Kaganligi bayragi

Göktürk 

Kaganligi bayragi

Gazneliler 

Kaganligi bayragi

Selcuklu 

Kaganligi bayragi

Babur 

Kaganligi bayragi

Ayri tarihi kaynaklara göre, 16. yüzyildan 19. yüzyila kader bu ülkede türlü bayraklar kullanilmistir. Ancak, 19. yüz yilda ise bayragin boyagi kara [=siyah] ve belgesi de silah ve kiliç ile sarilmis mihrab ve minber olmustur. 20. yüzyilda da, demek 1928’inci yilda, bayragin boyagi yine kara [=siyah], kizil ile yesil ve belgesi de daglar arkasindan çikan günes seçilmisti. Ancak, bu bayragin belgesi yine 1929’ncu yilda bugday dallari ile sarilmis mihrab ve minber ile degisterilmistir.
1978’inci yilda Moskova’ya bagli solcularnin askeri darbesinden sonra, 1979’ncu yilda, bayragin boyagi kizil ve belgesi de bugday dallari ile sarilan “Halk” sözü oldu. Yine su yilin sonunda, Sovyetler’in Kizilordu’su ile ülkeye sokulan Babrek Karmel’in döneminde bayragin boyagi eskisi gibi kara, kizil ile yesil ve belgesi de bugday dallari ile sarilan yildiz, günes, minber ile açilmis bir kitap oldu. Su gibi o tarihten beri gelen herbir siyasi güç kendine ayri bayrakla belgeler seçmistiler, bunlardan örnek olarak “Mucahit”ler’in irkci döneminde de kara, yesil ile ak [=beyaz] bayrak, “Talib”ler’in kara döneminde de ak bez oldugunu biliyoruz. ABD yanli yeni yönetimin de, hangi bayragi seçecegini tanri istese, hep birlikte göreceyiz.

2- AVGANISTAN’NIN COGRAFI KONUMU ILE VILAYETLERI

a) Ülkenin Büyüklügü ile Çegereleri [=Sinirlari]
Yukarida söyledigimiz çagdan beri Avganistan adini tasiyan ülkenin yüzölçümü 647.500 kilometre karedir. Bu ülkenin bugünkü çegereleri [=sinirlari] onun yadlarinin istegi ile siyasi ve sömürgeçi amaclari yüzünden, bir yandan gerçek komsulari ile ve baska yandan da binlerçe kilometre uzaklardan gelen güçlü devletlerle ettigi savaslardan sonra, 1884-1905’inci yillar arasinda bugünki sekilini almistir:
Avganistan ile Türkmenistan, Özbegistan ve Tacikistan cumhuriyetlerinin arasindaki çegereleri ”Zülfi kar” denilen bölgenin kuzeybatisindan baslanarak, Pamir daglarinin kuzeydogusuna kader 2.000 kilometrelik bir uzunluga çiziliyor. Iki Türkelini, demek Bati ile Güney Türkeli’ni, bir birinden ayiran bu çizginin asagi yukari 1.300 kilometresi de Amu-irmagi arkali belirlenir. Kisasi, Türkmenistan, Özbegistan ile Tacikistan Avganistan’nin kuzey komsularidirlar.
Ülkenin en sonki kuzeydogu kösesinde ise, bugüne kader Çin Halk Cumhuriyeti’nin sömürge bölgesi olarak kalan, Dogu Türkeli ile asagi yukari 100 kilometre uzunlugunda bir siniri vardir. Bu bölgenin yüksekligi ayrim yerlerde 19.000 ile 24.000 fit arasindadir. Böyleçe, bu bölgelerde Avganistan topraginin eni ayri yerlerde 10 ile 15 kilometre arasinda kaliyor.
Avganistan ile Pakistan’nin arasindaki sinir da kuzeyden güneye dogru Torham denilen bölgeye, oradan da Belüçler yurtundan geçerek, güney batiya yönleniyor ki Hilmend ile Siyistan [=Saka, Iskit Türkleri’nin yurtu] kumluklarindan geçerek, batiya Iran siniriya barip ulasiyor. Demek, Pakistan bu ülkenin güneydogu komsusudur. Sunundek, Iran Islami Cumhuriyeti de Avganistan’nin bati komsusu sayilir. Böyleçe bu ülkenin tam sinirlarinin uzunlugu 5.308 kilometredir.

b) Avganistan’nin Cografi Konumu
Kendinin cografi konumuna göre Avganistan, çok yüksek daglari, tepeleri ve çölleri olan, bir dagli ülkedir. Buna göre, Hinduküs denilen yüksek ve siradaglari onun belkemiginin konumunda sayilir. Bu daglar 600 kilometre uzunlugunda kuzeydogudan güneybatiya uzaliyor. Süleyman siradaglari da kuzeyden güneye uzalir. Bu siradaglar da asagi yukari 600 kilometre uzunlugundalar. Su gibi dogudan batiya uzanan bir sira baska daglar da var ki, ayrim bölgelerde onlarin yüksekligi 5.000 metreden de askindir. Baba Dagi [=Kühi Baba] ile Ak Dag [=Sefid Küh] ve Kara Dag [=Siyah Küh] bu topraklarnin büyük ve yüksek daglarindan sayilmaktadir. Bu daglar bir yandan ülkenin kuzeyini güneyinden, baska bir yandan da dogusunu batisindan ayiriyor. Ülkenin dörtten üçü daglarla çöller ve kumluklardan araya gelmistir.
Bu yüksek ve karlarla dolu siradaglardir ki, olarin eteklerinden dereler ile küçük ve büyük irmaklar akip, ülke insanlarinin yasam kaynagini saglarlar. Bu ülkenin sulari kuzeyde Amu Irmagi, doguda Sind Irmagi ve güneybatiya ise Hamun tarafina akiyor. Avganistan’da akar sularinin bir büyük bölümü karli daglardan ve kalan bölümü de yer altindaki sulardan kaynaklanmaktadir. Amu [=Ceyhun], Kökçe, Kabil ve Hirmend akar sulari Avganistan’nin büyük irmaklarindan sayilirlar.
Avganistan topraklari, tuzlu ve küçük tasli olduguna ragmen, ekin ve ormana uygundur. Ülkenin dogu ile güney bölgelerinde tropik yemisler [=meyveler] de yetisir. Bu ülkede var olan bitkileri ile hayvanlari dagli ve çöllü bitkiler ile hayvanlarnin türündendirler. Bunlarin arasinda çok seyrek bulunan tibbi bitikler ile çok az görülen hayvanlar da vardir. Ülkenin daglari ile çöllerinden toplanan bir sira tibbi bitikler de, onun ihracatina büyük katki sagliyor.
Kendi cografi konumu ile içindeki yüksek daglari ve tepelerinden dolayi binlerçe yildan beri Avganistan Bati Türkeli ile Hindustan’nin kapisi sayilir. Bu yüzden bu ülkelere gitmek isteyen tüm güçler Avganistan üzrinden geçmeye mecbur kalmistirlar. Ülkenin bu cografi önemi bu güne kader onun can belasi olup gelmektedir. Sovyetler’nin bu ülkeye saldirisi ile yirmi yildan beri izlenen içsavaslar ve bugünlerde de ABD ile tüm baska sömürgeçi devletlernin bu ülkeye askeri toplanmasi, yine de onun cografi konumunun sonucudur. Tüm bu sömürgeçi devletler, Avganistan’nin daglari yada ulusu için degil, belki bölgeyi göz altina tutus ve Bati Türkelin’den kokan bayliklari çalmak için bu topraklara yigilmaktalar.

c) Avganistan’nin Iklimi
Avganistan’nin iklimi kurudur. Ülkenin yüksek bölgelerinde, aralik ile ocak aylarinda, sicaklik sifirin altinda 15 ile 25 dereceye kader düsebiliyor. Buna karsi, yine su aylarda, sicaklik derin bölgelerde ise sifirin altina düsmes. Su gibi yaz aylarinda sicaklik ayri bölgelerde 15 ile 45 dereceye kader yükselebiliyor.
Ülkenin çölleri ile orta yüksekligi olan (900 metreden az yüksekliklerinde) bölgelerinde soguklukla sicakligin arasindaki çesitlilik çok yüksektir. Bu bölgelerde yillik yagis 150 milimetreden artmaz. Güney Türkeli, güneybati bölgeler ile Kabil çevresinin havasi yaz aylarinda çok sicak ve kis aylarinda da çok soguk oluyor.
Cografi konumu ile ikliminin çesitliliklerinden disari, agir geçimli ve kar ile buzlarla dolu tepeler ve daglar, bir birinden ayrilmis derelerle vadilarda yasayan çesitli kökenlerden olan uluslar, dil, gelenek, töreleri ve giyisileri ile yemekleri bakimidan da kendi baskaliklarini koruyup gelmekteler.

d) Ülkenin Yeralti Bayliklari
Avganistan’nin yer alti bayliklari da az degil. Bugüne kader var ekenligi belli olan yer alti bayliklarindan en önemlileri, Güney Türkeli’den çikarilan karayag [=gazyagi], dogal gaz, taskömür, tuz, altin, lacivert tasi, kükürt ve baska sunlara benzer degerli maddeleridir. Güney Türkeli’den bulunan bayliklarnin, ayriça dogal gazin, yillardan beri ülkenin dissatiminda ana ornu oldugunu her kimse bilmektedir.
Su gibi, Kabil’nin çevrelerinde de gümüs, bakir, demir ile baska sanayi maddelerinin varligi bellidir. Ülkenin batisinda ise bakirin, Bamiyan’da da demirin buldugu da eskiden beri kanitlanmistir.
Sovyetler isgali döneminde, Kabil’nin çevrelerinden, tonlarça uraniyumun çikarilip o ülkeye tasildigi da yillar beri söylenen gerçeklerdendir.
e) Avganistan’nin Vilayetleri
Ülkenin vilayetlere ayrilisi ve kentlerle ilçelernin vilayetlerla iliskisi ve su gibi onlarin da merkezi hukumetten bagli olmasi, Avganistan’da pek eski bir gelenek degil. Yirminçi yüzyilnin baslarina kader bu topraklarda vilayetler emirlerin oglu yada yerli beglerle hanlar arkali idare edilerdiler. Ancak, 19. yüzyilnin sonlarinda bu yurtta bir güçlü merkezi idarenin kurulusu için yüzler bin kisinin baslari kesilmis oldu. Niçin ki, bir yandan Çarli Rus sömürgeçileri Bati Türkeli’de, baska yandan da Ingiliz sömürgeçileri Hindustan’da kendi hakimiyetlerini korumak için Avganistan’da bir güçlü merkezi idareyi gerekli görürdüler. Güçlü merkezi devlet kurma oyunu bugünlerde de yine ABD ile Bati Avrupa arkali Avganistan’da, bu ülkede yasayan tüm uluslarnin ulusal çikari ile dogal haklarini ayak alti ederek ve onlarin isteyine karsi, oynalmaktadir. Bu konularda gelecek bölümlerde uzun uzun konusacagiz.
Böyleçe, 1964’ncü yilda, ülkenin kirali bir yeni ana yasa çikartip, yasama islerini yeni kurulalacakta olan milletvekilleri meclisi ile senatoya vermek istemis olmustu. Bu is için Avganistan’nin siyasi ulasimina da yenilikler götürüldü.
Bu isin perde arkasinda bu amaclar yatardi: Bir yandan, amacalari ile amca ogullarinin devlet isine karismalarindan bikmis kiralnin, olardan kurtulma istegi, onu bir yeni ana yasa çikartmaya mecburlardi. Babasinin öldürülmesinden sonra küçük yasta kiral olan Muhemed Zahir’i, önce iki amcasi, M. Hasim ve Sah Mahmud, bunlarin ardindan da baska bir amcasinin oglu, M. Davud, hep kendilerine basbakan [=Sedri Azam] deyerek yönetmistiler. Böyleçe o yeni ana yasada, kiral ailesinden kimse basbakan olamaz, denilen maddeyi sokarak, en azi kendini onlardan kurtarmis sayardi. Baska bir yandan da, dünya çatinda kendinin bir demokrat kisi olarak tanitmis olurdu. Baska bir söylente ile “Bir tasla iki kus” vurmus olmustu. Ancak, bu isten bir kaç yil geçtigten sonra amca oglu da onu bir küçük askeri darbe ile kudretten uzaklastirmis oldu ve ülkede cumhuriyet düzeni açiklayarak, onun yerine kendini de devlet baskani ilan etti. Ancak, kiralin atigi tas kusu degil, kendinin basini vurmus oldu.
Herneyse bunlari yeni vilayetlernin yaratilisil ile hangi baglantisi vardi deye sorsaniz, yaniti bu ki, milletmeclisine milletvekili seçmek için ya bir idari birligin yada nüfus sayisini ölçü alinmasi gerekirdi. Bunun için bizin eski kiral da, eski yerel idarelerine yenilikler götürerek, ülkeyi küçük ve büyük yerel idarelere ayirdi. Demek ülke 30 vilayete bölündü, her vilayetnin basina da bir vali kondurulurdu, ki valinin idari yeri vilayetnin merkezinde oliyor. Böyleçe, söyleyebiliriz, ki Avganistan’da idari birliklernin siralamasina, vilayetten sonra ilk yüksek idari makama “loy ulus vali ” [Avgan dilinde büyük anlamina olan loy, Türkçe olan ulus sözcügü ile hangi bir Hind agizlarindan gelen “val” eki ile yaratilmis bir kavram, yada büyük ulus valli demekdir] deyiliyor, bunun ardindan “ulus vali” makami geliyor ve sonunda da en küçük idari birlige, köyler muhtari anlamina olan, “alaka dari” söyleniyor. Ancak milletmeclisine her ulus validan bir milltvekili seçilirdi. Böyleçe bir vilayeti kaç ulus valisi olsa, milletmeclisine de o kader milletvekili gönderirdi. Sanatoya da her vilayetten bir sanatorun yaninda bir büyük bölümü de kiral tarafindan intisap edilirdi.
Ancak’ bu yeniligi götürürken, bugüne kader Avganlar’i bu ülkede çogunlukta oldugunu iddia eden ülkenin yönetiçileri, ayrim oyunlara da bas vurdular. Olar Avganlar yasayan bölgelerde nüfusu bine yakin olan bir kaç köyden bir “ulus vali” yarattilar. Su gibi nüfusu on bine erismeyen bir iki “ulus vali”lardan da bir “vilayet” yaptirdilar. Buna karsi Güney Türkeli’de bir “ulus vali”nin nüfusu Avganlar bölgesinde olan bir vilayetnin nüfusudan da askin edi ve bugüne kader de bu is böyle gitmektedir. Bu oyuna göre, Güney Türkeli’de nüfusu yüzbinden asan bir “ulus vali”dan da bir milletvekili ve onun karsisinda Avganlar bölgesinden, bazan nüfusu binden asmayan “ulus valilar”dan da bir kisi milletmeclisine gelirdi. Böyle akilli yollardan milletmeclisinde de Avganlar’nin çogunlukta olduklari saglanmis olmustu.
Bu yeni kurulmus vilayetler, çok az degisiklerle, bugüne kader de kendi varligini koruyup gelmektedir.
Vilayet’in adi
Yönetim Merkezi
Vilayet’in adi
Yönetim Merkezi
Kabil (Baskent) Kabil Köner Asedabad Badahsan Feyzabad Kunduz Kunduz Badgis Kale-i-Nev Lagman Mehter Lam Baglan Polu-Humri Loger Pol-i-Alem Balh Mezar-i-Serif Nengerhar Celalabad Bamiyan Bamiyan Nimroz Zaranc Cevzcan Sibirgan / Suburgan Oruzgan Tarin Küt Faryab Meymene Pektika Seren Ferah Ferah Pektiya Gerdiz Gazni Gazni Pervan Çarikar Gor Çahçaran Semengan Aybeg Helmend Leskergah Serpül Serpül Herat Herat Tahar / Tohar Talikan Kandahar Kandahar Verdek Meydan Sehr Kapisa Mahmud-i-Raki Zabul Kallat
Bu vilayetlerden (Badahsan, Badgis, Baglan, Balh, Cevzcan, Faryab, Kunduz, Semengan, Serpül ile Tahar) Güney Türkeli’nin vilayetlerindendir.

3- BU ÜLKENIN NÜFUSU ILE ULUSLARI

a) Avganistan’nin Nüfusu
Bu ülkenin çeliskiliklerden dolu ve en çarpikli konularindan biri, onun nüfusunun sayisi dogrusunda verilen bilgilerdir. Ülkede hakim olan kisiler, kendi kökenlerinden olan ulusu çogunlukta göstermek ve böyleçe haksiz hakimiyetlerini dogrulamak için hep nüfus sayisi ile oynamislar ve bugünlerde de oynamaktalar. Bu güne kader Avganistan’nin nüfusu hiçde dogru ve düzgün sayilmadi, daha dogrusu sayilmak da istenmedi. Hep siyasi hesaplar ve irkçi amaclar yüzünden nüfusun sayisi ile onun etnik ulasimi tahminlere takilip kaldi ve bugüne kader de eskisi gibi yalnizça tahminlere takilip kalmaktadir.
Ilk düzenli nüfussayimi, Avganistan’nin olanaklarina göre, 1965’inci yilda yaptirilmisti. Ancak, bu nüfussayimi da yalnizça Kabil ile onun çevresini kapsamisti. Bundan disari Birlesmis Milletler yardimi ve uluslar arasi uzmanlarnin isbirligi ile yapilmasi 1978’inci yilda öngörülen nüfussayimi, 27.04.1978’inci yilda gerçeklesmis askeri darbeden dolayi, bir yil sonra yaptirildi.

Ancak, bu Moskova’ya takilmis solcu yeni yönetim, ülkede yasayan bütün uluslara esit hak ve özerklikler konusunda önce verdigi tüm sözlere karisi, irkçilik ile milletçiliyi eski yönetimlerden de artirmis oldu. Bu yüzden bu nüfussayimi da bir yandan yönetiçiler tarafindan siyasi ve irkçi amaclarla karistirildi ve baska yandan da ülkede çikan devlet karsiti ayaklamalardan dolayi tam olarak yapilamadi. Ondan beri, ülkede milyonlar kisi bir yandan Sovyetlere karsi yapilan savaslarda ve baska yandan da “Mucahit”ler ile “Talib”lernin irkçi ve etnik savaslarinda öldürüldüler, baska yandan da bu savaslar sirasinda bir kaç milyon kisi komsu ülkeler ile dünyanin dört bir kösesine siginma mecburiyetine kaldirildilar.
Tüm bu gerçekleri göz önüne alsaylik, Avganistan nüfusu ile etnik ulasimi dogrusunda bir sayi söylemek çok agir, belki de yalnis olur. Biz de bu isi, yakin gelecekte olmasi gereken bir tarafsiz ve uluslar arasi örgütler tarafindan denetilen, bir gerçek nüfussayimiya birakiriz. Oyla bir is olmadikça, birisi ben Avganistan nüfusunu bilerim ve bu ulus çogunlukta ve yada sunusu azinlikta dese, en azi yalan söyledigi ve yada bu söyledigi arkasinda bir kötü amaci oldugunu iyice düsünmek gerekir.

b) Avganistan’nin Uluslari
Avganistan adini tasiyan ülkede yasayan ve olardan kimse sormadan üstlerine AVGAN adi takilan kisiler, her bakimdan çok çesitli ve ayri insanlardirlar. Bu çesitlilikni irk, etnik, dil ile inanç bakimindan görebiliriz.
Avrupali bilgiçlernin irklar konusunda bugüne kader, çesitli siyasi ve sömürgeçi amaclarla karismis olduguna ragmen, veren bilgileri dogru ise, Avganistan’da yasayan kisiler üç irktan sayilirlar, demek sari, ak [=beyaz] ve kara [=siya] irklarindan.
Ayri Türk boylari ile oymaklari ve uruglari ile iletlerinden araya gelen ve Avganistan’da Özbeg, Türkmen, Aymak [=Oymak], Kipçak, Karluk, Kirgiz, Kazak, Uygur, Avsar, Kizilbas, . . . adlarla tanilan Türkler ile onlara en yakin kardes olan Mogullar sari irktan olan kisilerden sayilirlar. Bunun yaninda, bu ülkede yasayan Pestunlar ile Tacikler’nin (bir bölümü) yaninda, Belüç, Nuristanli, Peseyi, Signanli, Hindu, . . . adlari ile tanilan çok küçük azinliklar da ak [=beyaz] irkindandir. Bunlardan kalani, demek Arablar ile Saidler gibi çok küçük azinliklar da kara [=siyah] yada Sami irkindan olurlar.
Bu ülkenin çesitli uluslari, bir birinden ayri ve aralarinda hiç iliskisi olmayan, çok farkli dillerle konusuyorlar. Böyleçe, Avganistan’da konusulan dillernin sayisi, ayri Avrupali dilbilgiçlerine göre, bir az abartmali olarak, otuzdan da askin söylenir. Ancak, isin gerçegi buki, bu ülkede konusulan diller üç diller ailesine baglaniyorlar. Bunlardan Özbegçe ile Türkmençe denilen agizlar, Oral-Altay dilleri ailesinden olan Türk dilindenler. Bunun yaninda Pestu, Deri denilen Farsça, Belüç, Nuristanli, Peseyi, Ordu, . . . diller, bir birini anlamamasina ragmen Hind-Avrupali dillerin ailesinden sayiliyor. Yalnizça bir kaç kislakta [=köyde] hala konusulan Arabça da Sami diller ailesindendir.
Inanç bakimindan, Avganistan’da yasayan uluslar, Hindu inançli bir en küçük azinliktan disari, Islam’nin ayri mezheplerine inanan müslümanlardirlar. Islam mezheplerinden bu ülkede en yaygini Sünni mezhebi, onun ardindan da Sia mezhebi ile Ismaili mezhebi geliyor. “Talib”lernin döneminde Vahabi mezhebinin yayinlandirilmasi yolunda da çok çabalanilmisti, ancak nekader bu ise ileri gitmisler, daha bilmiyoruz.
Avganistan’da yasayan uluslar ( irklari, dilleri ile inançlairina gördügümüz ayriçaliklari gibi) etnik bakimindan da farklidirlar. Bu ayrimlari açikça göstermek için, herbir etnik bölümü ayrintalari ile gözden geçireriz:

1. Avganistan’daki Türkler
Türkler bu topraklarin öz ve en eski, baska bir deyisle ilk yerli ulusudurlar. Hunlar, Ak-Hun, Yüçi, Kusan, Gaznavilar, Selcuklilar, Temürliler, . . . gibi büyük Türk kaganliklari da yine su topraklarda Türkler arkali kurulan, kendi çaginda çevresi ile idaresi altinda alan dünyayi hep kendi adalet ve insanseverlik isigi ile aydinlatan, büyük devletler olmustular.
Türkler’nin bu topraklardaki çok eski izini, bir yandan Avganistan’nin ayri yerlerinde yapilan kazilar arkali ele geçirilen tarihi belgelerde ve baska yandan da bu ülkenin kentleri, daglarila irmaklariya verilen adlarla yine bu ülkede yogun kullanilan kavramlarda da görmek gerekir.
Avganistan’da bir küçük bölge bugüne kader de SIYISTAN adini tasimaktadirki, bu sözcügün anlami Iskit’ler yurtu demekdir. Kendilerine Skolot deyen Iskitler’e Yunanlilar Skythen/Scythen, Iranlilar Saka ve Hindular ise Saka adini takanlar. Olar kökenleri ile töreleri bakimindan Türk olan Toharlar, Yüçiler ve Hunlar’a en yakin ve kardes ediler. (Jeannine Auboyer/Dominique Darbois: Afghanistan und seine Kunst, Artia, Prague 1968, S.24.)
Su gibi, Türkistan topraklarindan bulunan kanitlar gösteriyorki, Iskitler devleti adi ile tanilan büyük kaganlik, M.Ö. 8. yüzyilda Türkler’nin Su [=Su] boyu arkali Çu-vadisinde kurulan bir Türk devletidir. Bu büyük Türk devletnin merkezi bugün Kazakistan’da olan Almati kentinin 50 kilometrelik dogusundaki Issik-Kurgan’da ekenliginin olasiligi düsünülmektedir. Bu iddiayi 1961’inci yilda eski Issik-Kurgan’nin çevrelerinde, Prof. Akisov arkali yönetilen kazilar sonucunda, 6 metre yüksekligi ve 60 metre eni olan bir kurgannin bulundugu ve ondan ele geçirilen nesneler isbatlamaktadir. Bu kazilar akiminda bir mezarliktan 31 tonzerfi içinde olan 4000 tane isletilmis altin parçeleri bulundu. Sunundek, türlü heykellerle süslenmis ve ortasinda kuç yada kurta benzer bir hayvannin hekeli olan altin tac da ele geçirildi. Bu kazilar sonucunda ele gelen nesnelerden en önemlisi, içinde yazisi olan bir gümüs kasenin bulundugu, edi. Kase içinde yazilan bu Türkçe yazi 26 harftan araya gelen ve Orkun yazilarina benzeyor. Bu kasenin yazisiya göre, en azi Iskitler’nin kagani Türk olmalidir, çünkü bugüne kader Türkistan’da Türk olmayan hiç bir ulus Türk yazisini kullanmamistir. Yine sunundek bugüne kader Yakut-Türkleri, kendilerine Saha demekteler. Saka sözünün kökeni Türkler’nin Saha boyunun [=bugünki Yakut-Türkleri] adindan çikisi da düsünülmektedir. (Dr. Baymirza Hayit: Turkestan im Herzen Euroasians, Studienverlag, Köln 1980, S.49.) Baska bir degisle Avrupali ve baska irkçi tarihçilerinin tüm çabalarina ragmen Turan’nin “kurgan” lari [=kaleleri] binlerçe yillardan beri kendi bagrinda saklayan izleri arkali onlarin Türk oldugunu kanitlamaktadir.
Türkler’nin töre ve Islam’dan önceki eski inançlarina göre ak [=beyaz] ve kara [=siyah] onlarin yasaminda çok büyük önem tasirdi. Bu yüzden Türkler binlerçe yillardan beri kendileri yasadiklari yerlerle çevrelerinde olan nesneleri de hep ak ile karaya ayirmislar ve onlara Ak-dag, Kara-dag, Ak-irmak, Kara-irmak, Ak-deniz, Kara-deniz, Ak-budun, Kara-budun, . . . adlarini vermisler. Böyle adlarla Avganistan’da çok karsilacaksiniz.
Sunundek Avganistan’da kisilere saygi göstermek için yogun kullanilan kavramlardan biri Yunança’dan gelen “efendi” sözcügü anlamina olan “han” kavramidir. Bu kavramnin anlami M. Kasgarli’ya göre Türkler’in en büyük basbugu, Alp Er Tonga ogullarina verilen ungundur. Ayri tarihçiler onun kökünü Hun kavramina arayorlar, demek Han sözünün Hun’dan köklendigini ilerisürmekteler.
Türkler, bir yandan bu ülkenin öz ve ilk yerli ulusu olduklari ve baska yandan da sayi bakimindan, bugüne kader olarnin çogunlukta olduklari hep iddia edilen uluslardan, çok olmasalar az da olmadiklarina ragmen, en azi 100 yildan bu yana, kendi ülkelerinin siasi yasamindan, planli olarak, uzak saklatilmislar ve bugünlerde de yine, Türkler’nin iç ve dis yagilari arkali, çok yanli olarak bu yola bas vurulmaktadir. Ülkede Türk yagisi olanlarnin siralamasinda, ilk yeri “Pan-Irançilar” ve olarnin arkasindan da Avganlar aliyorlar. Bularnin yaninda dis yagilari da pek az degil, bati komsusu olan Iran yönetimi ile “Pan-Irancilar” bu bakistan ilk sirayi aliyorlar, olarnin ardindan, kendi Türk yagiligi ile hep tanilan, Rus devleti ve onun arkasindan da S. Arabistan ile Türkiye Cumhuriyet’inde fealiyet göstermekte olan, bilerek yada bilmesten, din örtüsü altinda Arabçiligi yayinlamak isteyen türlü örgütler geliyorlar. Bu yagilik nerden kaynaklaniyor deye sorsaniz, yaniti çok da kolaydir. Avganistan içindeki yagilarnin yagiliklarinin kaynagi, bir yandan bugüne kader haksiz yollardan kazandiklari çok yönlü üstünlükler ile ölçüsüz imtiyazlarini yitirmek korkusundan ve baska yandan da bu yolda olarni bugüne kader siyasi bakimdan kullanip ve destekleyerek gelen dis dayilarini küstürmemektir. Ancak, disari yagilara gelinçe, benim bildigimçe bu ülkenin Türkleri, yukarida adlari alinan ülkelernin hiç biriye, hiç bir kötülük yapmamalarina ve bu güne kader da bu düsünçeye olmamalarina ragmen, olarnin kara düsmenliyine maruz kalmislar. Böyleçe, bu yagiliknin kaynagini yalnizça, olarnin “Türk” olduklari ile dünya Türklügü’nün tarihi, cografi ve kültürü konumunda aramak gerekir.
Herne ise Avganistan’da yasayan Türkler’i iyi tanitimi için, olarni burda üç baslik altinda gözden geçirebileriz:
-Türkçe konusan ve kendini de Türk sayan Türkler; Avganistan’da Özbeg, Türkmen, Aymak/Oymak, Kipçak, Karluk, Kirgiz, Uygur ile Kazak adlari altinda tanilan kisiler bu ülkede yasayan Türkler’nin bu bölümündenler. Bunlardan herbirinin konusunda asagida ayrintili konusacagiz.
Özbeg, sözcügü bir etnik kavram degil, belki çesitli Türk boylari, oymaklari ile urug ve iletlerinden araya gelen bir siyasi birlesimdir. Bu kavramin dogru yazilisi “Özbeg” olarak yazilisidir ki, asil, gerçek bey ve yada kendinin beyi anlamlarindadir. Ancak, “Özbek” olarak yazildiginda onun anlami degisir, çünkü M. Kasgarli’ya göre “beg” sözcügünün anlami, bey, koca, evli erkek ise, “bek”nin anlami da muhkem, kavi, pek, saglam ve siki demekdir ki, buna göre “Özbeg” yazilisi en dogrusudur. Bu kavramin araya gelisi konusunda da çesitli düsünçeler vardir. Onlardan biriye göre, ayri Türkler’den yaratilan birlgin adi Özbeg dir ve yine baska bir iddiaya göre Türkler’nin bu siyasi birligi kendi adini Altin Ordu Devleti’nin hakimi olan Özbeg Han’nin (1312-1342) adindan alinmis olsa gerek.
Özbegler’e göre, olar ötken çaglarda, Ming [=bin], Yüz, Kirk. On, Saray, Kongurat, Alçin, Nayman, Argin, Çakmak, Kalmuk, Oyrat, Karluk, Borlak, Boslak, Katagan, Bozay, Tatar, Kirgiz, Yabaku, Macar, Kipçak, Çarik, Kozu, Üngüt, Bayat, . . . gibi 92 Türk boyu, oymagi, urugu ve iletlerinden araya gelen bir Türk Birligi’ni yaratmislar. Ancak, bu küçük tanitimlar Özbegler arasindan yavas yavas yitmektedir.
Özbeg Türkleri, yogunlukta Güney Türkeli ile Avganistan’nin baska bölgelerinde de yasamaktalar. Olar çogunlukta kentlerde elisleri [= el sanati], ticaret, tarim ve çiftçilikle yasam geçiriyorlar. Özbegler, bu ülkede Türkler’nin en büyük bölügünü teskil ederler. Onlarin sayisini ayri kaynaklar 52 yil önce de bir milyon olarak yazmislardir.(Charles Warren Hostler: Türken Und Sowjets, Alfred Metyner Verlag, Frankfurt am M., 1960, S. 105.) Bugünde de çesitli kaynaklar, bilir bilmes yada ayri siyasi ve irkçi amaclardan dolayi, yine ayni sayilari yazmaktalar.
Özbeg Türkleri bugün Avganistan’dan disari en çok Özbegistan’da ve onun arkasindan Tacikistan, Türkmenistan, Kirgizistan, Kazakistan cumhuriyetleri ile Rusya Fedrasyon’nu ile ayri Arab ülkelerinde de yasamaktalar.

Güney Türkeli’den bir Özbeg Hanimi

Türkmenler, her kesin bildigi gibi Oguz Türklerin’den sayilirlar. Onun anlami da “Türk Men / ben Türküm” demektir. Türkmenler de kendi aralarinda yine Karkin, Sarik, Tekke, Salur, Ersari, Çavdar, . . . gibi ayri oymaklar ile iletlere ayriliyorlar. Büyük Selcukli kaganlari da Türkmenler’den ediler. Türkmen hanimlari dokuyan halilarni, dünya boyu tanilan en güzel halilardan oldugunu, her kimse biliyor. Olar Güney Türkeli’den disari Avganistan’nin Hirat gibi baska vilayetlerinde de yasamaktalar. Yukaridaki kaynak, onlarin sayisini, 52 yil önce 380.000 kisi olarak yazmistir. Türkmenler bugün Avganistan’dan disari Bati ile Dogu Türkistan, Rusya Fedrasyonu, Iran, Irak ve baska ülkelerde yasamaktalar.

Güney Türkeli’den bir genç Türkmen Hanimi

Güney Türkeli’den Buhara tarzina giyinen bir genç Türkmen hanimi

Aymak/Oymaklar, Avganistan Türkleri’nin önemli kismidirlar. Oymak Türkçe’de boydan küçük bir birlikdir. Bu ülkedeki Oymaklar Temüri, Cemsidi, Firozkühi ile Taymani adli dört oymaga bölünürler. Bu için onlara Dört Oymak anlamina olan “Çar Aymak” adini verirler. Aymaklar’nin büyük bölümü Türkçe ve bir küçük bölümü de Farsça ile konusuyorlar. Olar Güney Türkeli ile Avganistan’nin orta kisimlari ve baska bölgelerinde yasamaktalar.
Iç ve dis Türk yagilarinin yillardan beri, türlü yollardan olarnin Türk olmadiklarini kanitlamak için, yürüten çok yönlü çabalarina ragmen, bugün olarnin Türk olduklari konusu tarih ile bilim bakimindan keskinçe kanitlanmistir. Bugün her kimse, ülkenin içinde olsun ya disarisinda, artik bu siyasi amacli oyunlarnin perde arkasini anlamaktadir.
Kirgizlar, çogunlukta Güney Türkeli’de Pamir daglarinin Vahan adli bölgesinde, çok agir sertler altinda yasiyorlar. Soguknun siddetinden kis aylarinda dünyaya göz açan çocuklardan çok azi yasaya bilirler. Kirgiz Türkleri, Avganistan’dan disari Kirgizistan, tüm Türk cumhuriyetleri ile Rusya Fedrasyonun ve Dogu Türkeli’de yasamaktalar. Olarin ana azuklari ile temel ürünleri tarim ve çiftçilikten geliyor.
Kazaklar, Güney Türkeli’de yasayan Türkleri’nin bir parçasilar. Olarda bu ülkede yasayan baska Türkler gibi temel olarak Güney Türkeli’de ve ondan disari baska vilayetlerde de yasamaktalar.
Yukarida adlari geçen gruplardan disari, yine Güney Türkeli’de sayilari hiç bilinmeyen ve çok az arastirilan Karakalpaklar, Karluklar, kipçaklar ile Uygurlar da yasayorlar.

Güney Türkeli’den bir genç Kirgiz Hanimi, yeni dünyaya götüren
çocugunu ölümü ardindan yasli bakislarla

-Türklügünü bilen ancak Türkçe konusmayan Türkler; bu ülkede Kizilbas ve Avsar adlari ile tanilan ve çogunlukta Sia mezhebli olan Türkler, Avganistan Türkleri’nin bu bölümünden sayilirlar. Olarnin bir büyük kismi 17. ile 18. yüzyillarda ilk Avsarli Nadir Sah ve sonralarda Abdalli Ahmed Han arkali saray ile devletin mali islerini yönetmek için Iran’dan götürülmüstüler. Olar çogunlukta baskent ile büyük kentlerde devlet memuru olarak çalismislar. Ancak, bir yandan saraya yakiliklari ve baska yandan da Türk olmayan ayri uluslarla yakinliklarndan dolayi, yavas yavas olarin etkisi altinda, kendi dillerini yitirerek Farsça’yi ögrenmisler ve bu dille konusmuslar. Bulardan Avganlar arasinda yasayan bir bölümü de Pestu denilen Avgan deli ile de konusuyorlar.
Bundan baska, Hazare denilen etnik grup arasinda olan, Farsça konusan, Caguri Hazareleri da kendilerini Türk olarak taniyorlar. Olarin kendi söylendiglerine göre, olar Büyük Temür’ün kumandanlarindan olan Botay Buga arkali bu topraklara götürülmüs olmuslar. Su gibi Hazareler’den sayilan Seyh Ali ili de kendilerini Türk olarak taniyorlar ve olardan bir bölümü bu güne kader Türkmen adini da tasimaktalar. Bunlarin yaninda Hazareler arasinda kendini Bayat olarak tanitanlarnin sayisi da pek az degil.

Ayri tarihçilere göre, Cingiz Han’nin bu ülkeye saldirisidan önce, Avganistan’nin orta kisimlarinda yalnizça Halaci ile Karluk Türkleri yasardilar. Bu olaydan sonra orada, bir bölümü yeni gelen Mogullar’nin sayisi da artarken, Türkler de Mogullarla birlikte yavas yavas kendi dillerini yitirmeye baslamislar. Olar bugün Türkçeyi bilmeseler de yine kendilerini Türk olarak tanitiyorlar. (L. Temürhanov: Tarihi Milliyi Hazare, Tercumeyi Aziz Togyan, Çaphaneyi Ismailiyan, 1372, S. 37-39.) Bularin yaninda Türk oldugunu da bilen Pestu dilinde konusan Türkler de vardir.
-Türk olup Türlügünü bilmeyen ve Türkçe de konusmayan Türkler; Avganistan Türkleri’nin bu bölümüne, Ak-Hunlar’dan kalan ve Abdalli adi ile tanilan kisiler ilk siraya girirler. Tarihi kaynaklara göre, Hunlar’a Yunanlilar ile Romlular Aftalitis ve Hiyonitis, Farslar da Hion ve Arab ile Fars tarihi kaynaklari de ayri çaglarda Hital, Hitel, Hiftali, Yaftali, . . . deyerek ayri türlere yazmislar ki Abdalli kavraminin kökü de olardan geliyor. Olarnin Türk olduklari bugün her kimseye belidir.
Abdallilar’dan baska Pestuça yada Avgança konusan Türkler’e bu ülkede Galzay [=Halaci, Türk illerinden birinin adi] adi ile tanilanlardir. Olarnin bir dali Iran’da da yasayorlar ki olar, Avganistan Galzay’larina karsi, bugüne kader kendi Türk dilleri ile konusuyorlar. Galzaylar da çogunlukta bir göçebe ulusdurlar.
Bunlardan baska Pestuça konusan Caci ve Mengel [=Mingil, Türk illerinden birinin adi, olmali] adli uluslar da, Türklügünü yitiren, Türkler’den sayilirlar.
Görünüsüce Avganistan’da yalnizça Özbeg, Türkmen, Kirgiz, Kazak, . . . Türk degil, belki bu ülkenin temel ulusu Türk kökenlidir, ancak türlü içeri ve disaridan yönetilen sömürgeçi siyasetlerden dolayi Türkler, öz ülkelerinde çogunlukta olduklarina ragmen, her yanli baski altina alinmislar ve alinmaktalar.

2. Avganistan’daki Mogullar
Türlü uruglar ile gruplardan araya gelen ve Avganistan’da Hazare adi ile tanilan Türk ve Mogul kökenli ulusun tarihi bugüne kader hiçde dogru ve düzgünçe arastirilmamistir. Hazare kavrami Farsça kökenli ve anlami da Türkçe’de bin demekdir. Farsça’da bir ulusun adi olarak onun hiç bir tarihi yada etnolojik anlami bu güne kader açiklanmamistir. Ancak, bu kavrami Türkçe’den Farsça’ya çevirilme olasiligi süphesiz görünmektedir. Türkçe’de “bin” kavrami bir urug yada ilin adini anlatiyor. Böyleçe, “Hazare/Bin”lerden çogunlugunun Türk kökenlik Bin urugundan oldugunu söylemek dogru ve bu konuya bir gerçekçi yaklasim ile saglam çözümü gösteriyor.
Öyleki yukarida söyladik, Hazaraler Mogul ile Türkler’den araya gelen ve kendilerine has olan, ancak arasinda çok Türkçe sözler de karisan, bir Farsça agizi ile konusan ve mezhebi bakimdan da Sia olan kisilerdir. Olar kendilerinin görünüsleri bakimidan da çesitlilikler gösteriyorlar. Hazareler’den bir bölügünün görünüsü pek Mogullara ve kalan baska bir bölümünün de Türklere çok benziyor.
Avganistan’nin tarihçilerine göre, Hazaraler bu ülkede ,Cingiz Han’nin saldirisindan sonra, gelen ulus olmalidirlar. Su gibi yine ayri tarihçiler, olarin bir etnik grup olarak araya gelismesini 14. yüzyilnin ortalarindan baslanmis olasiligini ilerisürürler. (yukarida adi verilen kaynaga bakin) Ancak, bu düsünçeler ile böyle bilimsel açiklamalarnin ardinda en azi son yüz yil içinde Hazareler’e karsi yapilan soykirimlar ile tüm haksizliklari, açikça degil belki örtülüçe aklama amaci yatiyor. Çünkü Cingiz Han, bölgedeki tüm ülkelerde oldugu gibi, Avganistan’da da hep en cani ve en acimasiz kisi olarak karalanan tarihi sahsiyetlerden sayilir. Böyleçe, dolayili yollardan ulusun beyinine Hazareler’e yaptiklari kötülükleri çokta yersiz olmadigini koymak isteydiler.
Hazaraler çogunlukta Bamiyan, Gazni, Gor, Nimroz, Oruzgan, Zabul, . . . vilayetlerinde yasamaktalar. Olar çok çaliskan ve kendi aralarinda bir bütün ulusdurlar. Olar, 20. yüzyilnin baslarinda, Abdulrehman denilen bir cani arkali, 1992’inci yilda da Ahmedsah Mesud, Gülbuddin, . . . ve en sonunda da “Talib”ler arkali ayri bölgelerde soykirmi edilen bir öksüz ulusdurlar.

3. Avganlar
Avgan, Afgan, Pestun, Petan, . . . adlarla tanilan kisiler, ayri agizlarla konusan ve Pestu dili denilen tek ortak baglarindan disari, her bakimdan çesitli ve birbirinden farkli gruplardan araya gelen bir toplulugu düzetirler.
Ilk sirada olarnin, bu ülkede siyasi bakimdan üstlendigi rolu, özetleyerek gözden geçirmek isteyorum. Avganlar, en azi 18. yüzyilin ortalarindan beri bu ülkenin siyasi yasaminda en büyük payi alarak gelmekteler. Bundan dolayi, su tarihten bugüne kader bu topraklar ile onun öksüz ulusuna yapilan her türlü dis saldiri ile sömürgeçiliknin, olarnin basina gelen açlik ile yoksulugun ve kisasi çektigi her türlü büyük yada küçük kaygularinin, ana sorumlusu Avganlar sayilirlar.
Olar ediler ki, asagi yukari yüz yil, kendi ayrim etnik gruplarini ilk siraya sokmak, sömürülmüs bölgelerden en büyük pay almak ve en sonunda da tek basina ülkeyi yönetmek için, biri birine karisi savastilar. Bu savaslardan dolayi, bu topraklari bir yandan yerli kisilerden döken kanlarla boyayip, baska yandan da -çagin en büyük ve en acimasiz sömürgeçisi- Ingiliz’lere satarak, yillarça olar için çalisanlar da yine su Avganlar oldugunu kimse unutmamistir. Ancak, bir zamandan sonra Inglizler’den istedigi parayi ve beklediyi desteyi almadikça, olara karsi çikan ulus da yine sular ediler.
Su gibi 20. yüzyilnin sonlarinda, yine -çagin güçlü ve en cani sömürgeçilerinden- eski Rus-Sovyetleri ülkeye sokarak, milyonlarça suçsuz kisinin ölümü, milyonlarça kisinin de sakat kalmasi ve sunun dek milyonlarça kisinin de en degerli varligi olan yurtu ile tüm varliginin yitirmesine neden olanlar da yine bu ülkenin Avganlari ekenligini biliriz. Sanki bu ülkenin uluslarina çektirdikleri tüm bu acilar az eken, yine su Avganlar “Talib”ler adina, ABD’nin uzaktan kumandasi altinda, Pakistanlilar ile “Al-Kaide” (dökülmek üzere olan Arab milletçilerinin örgütü) teröristlerini ülkede yerlestirerek, bugüne kader dünyada hiç örneyi görünmeyen bir terör düzenini kurarak yüzlerbin yerli uluslarin öldürüp, tüm varligini yagmalayanlar da yine sular oldular. Kisilik adi ile hiç bagdasmayan tüm bu yaptiklari da yetmezken, simdi de çagin en güçlü ve en acimasiz sömürgeçilerinin desteyi ile, ülkeyi yönetmek istemekteler.
Böyle bir siyasi kimligi olan ulusu, soyu ile kökeni ne olsa olsun, yalnizça . . . gerekir. Ancak, bizim amacimiz olarni ögmek [=övmek] yada sövmek degil, belki olarnin gerçek yüzünü ve ne olduklarini tanimak ile tanitmakdir.
Bu ülkenin adi da olarnin adidan alinan Avganlar gerçekte kökleri ile etnikleri bakimidan tek bir ulus degiller, belki ayri irklara ve ayri etnik gruplara bagli olan, bir birinden farkli ve bir biriye karsi, ayri uluslardirlar. Olarnin bagli olduklari irk dogrusunda bu güne kader çeliskili öyküler söylenip, çesitli varsayimlar da açiklanmistir. Çagin gereklikleri ile kosullarina göre, birileri olarnin Samilar irkindan olduklarini, baskalarida Aria’li ekenliglerini ilerisürüp kanitlamaya çalismislar. (Monika und Udo Tworuschka: Religionen Der Welt, Bertelsmann Lexikon Verlag, Gütersloh/München 1992. ve Burchard Brentjes: Der Knoten Asiens, Koehler u. Amelang, Leipzig 1983, S. 49.) Tüm bu çeliskili varsayimlardan yalnizça biri gerçek olabilir, o da olarnin tek bir irk ile tek bir kökenden olmadiklarinin gerçeyidir.
Yukaridaki konuya girmeden önce, olarnin ilk yasam yerlerinin konusunu kisa da olsa görüp çikariz. Pestunlar/Avganlar’nin ilk yurtu bugünki Pakistan’nin sinirlari içinde olan Süleyman siradaglarinin eteklerindedir. Olar kendilerinin bu ilk yerlesim bölgerinden, ortaçaglardan beri kuzey, kuzeybati ile batiya yöneli göçmeye baslayanlar. Bu göçüsler 18. yüzyilda, Abdallilar’nin yönetime gelmesinden sonra, bir daha hizlandirildi. Bu göçler sonucunda, olar bugün yogun olarak, Avganistan’nin dogusu, güneyi ile güneybatisinda yerlesmis olmuslar. (Erwin Grötzbach: Afghanistan, Wissenschaftliche Buchgesellschaft, Darmstadt 1990, S. 70.)
Ülkenin ayri bölgelerinde Kabil yönetiminin desteyi ile bu olaylar olurken, o çaga kader iç sorunlarinda özerk kalan ve dis meselerinde de Buhara Emirligin’den bagli olan Güney Türkeli’, bir yandan Almanlar’nin yogun desteyi ile, Türk topraklarina genislenip çok güçlü olan sömürgeçi Çarli Rus devletinin Bati Türkeli’ye ileri giterek Buhara Emirligi’ni sikistirmasi, baska yandan da bu emirliginin kendi içinden çürümesinden dolayi, yine genislemeye baslayan Abdallilar devletinin saldirilarinin karsisinda öksüz kaldi. Ancak, Güney Türkeli tüm bu saldirilara ragmen yine de 19. yüzyilin ortalarina kader kendi özerkligini, tam olmasa da, koruya bildi. Çünkü Abdalli Ahmed Han’nin ölümünden sonra, onun torunlari ile baska Avgan illeri arasinda çikan kirallik kavgalarnin sonucunda Kabil yönetimi kendi kendi çevresi ile ugrasip kalmisti. Olar yalnizça aç kalinça oradan vergi toplamak için Güney Türkeli’ye saldirirdilar. Bu durum, Hindustan’ni sömürgesi altinda alan Ingilizler ile Bati Türkeli’ye ileri gelen Çarli Rus sömürgeçilerinin bir birinin daha ileri getmesinden korku duymasindan ve Avganistan’ni kendi sömürge bölgelerinin arasinda bir duvar olarak kabul etmelerinden dolayi, Güney Türkeli’nin karsisina degisti. Böyleçe, Kabil yönetimi bir güçlü merkezi devlet kurus için bu iki sömürgeçi devletlerin desteyini saglayarak, Türkler ile Mogullara tüm güçü ile saldirarak Güney Türkeli’ni de kendi sömürgesine katmis oldu.
Yukaridaki olaylarin ardindan, 1880’nci yildan baslayarak, Avgan/Pestun’larni Güney Türkeli topraklarinda yerlestirme siyaseti de baslatilip, bugüne kader türlü yollardan, ileri sürülmektedir.
Ayri boylara bagli kalis ile boybilincinin hakimiyeti Avgan toplumunun özelliklerinden biridir. Bu topluluk ilk, bir kaç büyük boya ayrilir, sonra bu boylar da yine illere ve iller de sirasi ile uruglara ayriliyor. Her kimsenin toplum içindeki kimligi onun, bir boydan mi ya ilden ve yada uruga bagliligindan dolayi belirtlenmistir. Baska bir sözle söyleyende her kimsenin toplumdaki yeri önce yazilmamis yasalar arkali belirtlenmis olmustur. Simdi, bu konuyu izlemek üzere, asagida Avganistan’da yasayan Avganlar’nin ana boylarini kisaça görüp çikarz:
Galzaylar: Öyleki yukarida söyledik, olar asilda Halaci denilen, ancak zaman akiminda çesitli siyasi ve toplumsal nedenler yüzünden kendi kökenlerini unutarak, özlügünü yitiren Türk uruglarindanlar. Olardan bir bölümü bugüne kader Iran’da Halaci adina yasayorlar. Ancak, Iran’daki Halacilar, Avganistan’daki Galzaylar’a karsi, kendi Türk kimligi ile kendi dillerini yitirmeyen Türkler’den sayilirlar. Avganistan Galzay/Halacilari bu ülke Avganlari’nin arasinda en büyük gruptanlar. Süleymanhil (“hil” sözcügü Türkçe’deki “il” kavraminin bozulmus türüdür ki, il yada asiret anlamindadir), Tereki, Tohi ile Ender Galzaylar’nin ana uruglarindan sayilirlar. Bu uruglardan her biri yine küçük gruplara da bölünüyorlar. Olar yogun olarak ülkenin dogusunda, Kandahar, Kabil ile Celalabat arasindaki bölgelerde, yasiyorlar.
Durrani/Abdallilar: Galzaylar’dan sonra Durraniler, ülke Avganlari’nin, en büyük etnik grubudur. Abdalli Ahmet Han, 18. yüzyilda kiral olmasinin ardindan, kendi boyunun adini Abdalli’dan Durrani’ye degistirmisti, ki o günden beri artik olar kendilerine Abdalli yerine Durrani demekteler. Durrani anlami da “inciler incisi” demektir. Bu ad degistirmenin nedeni bugüne kader pek açiklanmis degildir. Durraniler, yogunlukta Kandahar ile Hirat vilayetlerinin güneyindeki bölgeler arasinda yasiyorlar. Bir kaynaga göre Durraniler, Popalzayi, Barikzayi, Nurzayi ile Aliküzayi adli ana uruglaridan araya gelirler ki, ona göre Abdalli Ahmet Han Popalzayi urugunun Sedüzayi dalindan olur. Yine su kaynaga göre Eçekzayi ile Alizayi da Barikzayi’nin iki dalidir. (Iric Afsar Siyistani: Mukademeyi Ber Sinahte Ilha, Çadernisinan ve Tevayif Asayiriyi Iran, cüldü 2, Çapi Huma, Tehran 1366, S. 806.) Ancak, baska bir kaynaga göre, Popalzayi, Aliküzayi, Barikzayi, Eçekzayi, Nurzayi, Alizayi ile Ishakzayi Durraniler’nin ana uruglarindanlar. (Erwin Grötzbach: Afghanistan, S. 70.)
Yukarida söylenen iki bölükten sonra, Safi, Afridi, Sinvari, Mohmand, Högüyani, Mengel, Caci, Cadran, Veziri, Kaker, . . . adli uruglar da Avgan denilen ulusun düzeten gruplardan sayilirlar. Bu uruglardan Mengel [=Ming/Bin/il demek olmali], Caci ile Cadran’nin Türk kökenli olduklari düsünülmektedir. Bu gruplarnin tümü Avganistan ile Pakistan arasindaki sinirlarnin orta kisimlarinda yerlesmisler. Olar yillardan beri, türlü yönetimler döneminde, Pakistan ile Avganistan arasinda, hiç biriye bagli olmadan ve hiç biriye vergi vermeden ve sunundek askerlik hizmeti de etmeden, özerkçe yasayip gelmisler ve bu günlere kader de öyle yasam sürmekteler. (Erwin Grötzbach: Afghanistan, S. 70.)
Genellikle Avganlar’dan bir büyük bölümü bugüne kader de göçebelikte yasamaktalar. Olarin devlete karsi, tam anlamda, hiç türlü bir sorumluluklari bugüne kader olmamistir. Bu göçebeler yilin yarisini Avganistan’da geçirseler, kalan yarisini da Pakistan sinirlarinin içinde geçiriyorlar. Böyleçe, olar iki devlet arasinda, hiç bir yasa yada resmi düzene bagli olmadan ve hiç bir sorumlulugu üstlenmeden, özgürçe yasamaktalar.
Göçebe olmayan Avganlar’nin yurtdasligi da bugüne kader hep tek yanli olarak gelmistir. Olar, Avgan kökenlik olduklari için, devlete karsi hiç sorumluklari olmayip, hep devletten hak kazananlar rolunu oynamislar. Olardan bir büyük bölümü -yogunlukta Pakistan sinirlarinda yasayanlari- bügüne kader hep askerlik yerine, subay ve subayliknin da en üst kidemelerine kader yükselip ve savunma bakani bile olabilmistiler. “Avgan’nin anasi hep general ve Özbeg’nin anasi da hep asker dogar” denilen sözü ülkede her kimse biliyor.
Sunundek, olar devlete vergi verme yerine, hep Pakistan’dan götüren kaçak mallari ile silahlari, devlete hiç bir kurus ödemeden, istedikleri yerde özgürçe satabilmisler. Bir Türk kökenlinin, bagçasindan yada tarlasinin bir kösesinden, eger de kendi tüketimi için ektigi bir kaç hasis yada hashas bitkisi bulunup devlet memuru elene geçtiginde, yillar boyu mahkemelere süründükten ve tüm varligini de devlet memurlarina rüsvet verdikten sonra, yine de yillarça cezaevlerinde çürürken, ona karsi, Avganlar tüm tarlarinda, bugday va baska tarim ürünleri yerine hep korkmadan hasis ile hashas ekip, uyusturuçu kaçakçiligina dünya çatina birinçiligi kazanmistilar ve yazik ki bu durum hep böyle izlenmektedir. Yogunlukta, bilginlik, subaylik ile devlet memurlugunun tapusu hep Avgan ile Tacik’e tekellesmisti. Böyleçe, Türk kökenliler ile ülkenin baska yurtdaslarina, tarim, sanayicilik, isçilik, küçük kidemli memurluk ile ticaret kalmisti.
Bular Avganlar’nin, bu ülkenin siyasi, mali, kültürsel dallarinda, oynadiklari rollardan bir kaç küçük ve en kisa örnekler edi. Bu eski düzen, yine eskisi gibi izlenilse yada izlenilmek istenilse, bu ülkede barisi götürmek yalnizça bir ülkü olarak kalacaktir. Bunu böyle olmamasi için, bu ülkenin tüm uluslarina, olarnin irki ile köküne bakmadan, ülke yasaminin tüm boyutlarinda esit hak verilmeli ve bu ülkede yasayan her kimseye esit haki olan ülkedesi sifatina bakilmali. Bu amaca erismenin tek yolu, ülke yönetimini bir federal düzen temelinde merkezçilikten çikarip, tüm büyük etnik gruplara, demek Türkler, Hazareler, Avganlar ile Taciklere çok yönlü özerklik vererek ülkenin varligini korumak, yoksa da onu parçalamak en iyi çözümdür, çünkü sömürülmeden kisiçe ve özgürçe yasamak her ulusun dogal ve tanri verdigi hakidir.

4. Tacikler/Parsivan
Ilk sirada Tacik ile Parsivan kavramlarinin arasindaki çesitligi anlamak gerek. Ayri kaynaklara göre, Tacik kavrami çok eski çaglarda Farslar’nin Arablar için kullanan “Tazi” sözcügünün degistirilmesinden araya gelen bir kavramdir. Baska söylenti ile Tazi Arab demek emis. Ancak, Tacik kavrami sonralar Türkler taraftan tüm Müslüman olanlar ile Türk olmayanlara verilen bir toplu ad olmustur. (Burchard Brentjes: Der Knoten Asiens, Koehler und Amelang, Leipzig 1983, S. 54.) Tazi/Tacik kavraminin anlami geçmislerde ne olsa olsun, bugün Avrupali tarihçilerden çogunlugu, ayri nedenler ile çesitli amaclardan dolayi, Tacikleri Aria irkindan olan bir topluluk olarak görmeye çok özen göstürüyorlar.Tacikler Güney Türkeli’nin Badahsan vilayetinin ayri bölgeleri ile Kabil çevreleri ve ülkenin bati kisimlarinda yasiyorlar.
Avganistan’da yasayan Tacikler mezhepleri bakimindan görüldügünde, yogunlugu Sünni mezhepler. Bunun yaninda, ülkenin batisinda yasayan Tacikler’den çogunlugu Sia mezhepli ve sunundek Pamir Tacikleri ile ülkenin dogusunda yasayanlardan bir küçük bölümü de Ismaili mezhebindendir.
Buna karsi Parsivanlar, bir etnik grup yerine çesitli etnik gruplardan ayri tarihi sertler altinda araya gelen, bir dil birligidir. Parsivan sözcügünün anlami Parsça/Farsça konusanlar demekdir. Böyleçe, olarnin arasinda, Tacikler’nin yaninda, kendi kimligiden yadlandrilmis Türkler (Kizilbaslar, Avsarlar, Aymaklardan bir bölümü, . . .), Said olan ve olmayan Araplar, Yahudiler, . . . katiliyorlar. Tacik olmayanlarnin Tacikçe ögrenip konusmalari hep barisçi yollardan olmamis. Bu is ayri çaglarda dolayisiz baskilar arkali ve ayri çaglarda da dolayli baskilar yolundan gerçektirilmistir. Dogaldir ki Parsivanlar’dan hepsi kendine Tacik yada Fars demiyorlar, belki kendi kökenlerine göre kendilerini Türk, Kizilbas, Avsar, Arap, Said, . . . adi ile taniyorlar. Bulardan Türk olan Kizilbaslar, Avsarlar Sia mezheplidirler. Ancak bu Fars olmayan, sessiz çogunluk, her zaman Fars irkçilari taraftan Farsça konustuklarindan dolayi, kendi ayri siyasi ve irkçi amaclarini gerçeklestirmek için, gerçek Fars olarak gösterilerek kullanilmaktalar.
Avganistan’da yasayan ve yukarida söyladigimiz gibi Tacik yada Fars denilen kisiler, en azi Avganlar’nin hakimiyete geldiklerinden beri Avganlar’nin devlet yönetiminde aliskanligi olmadigidan dolayi, bu ülkeyi birlikte yönetip gelmisler. Bu yüzden bu ülkede yasayan baska uluslara karsi olan tüm sömürgeçilik ile rüsvet ve tüm yolsuzluklara, olar da en azi Avganlar kader, sorumlu ve olarnin suç ortagi olmustular. Ancak bugün, olar kendilerini her kimseden de daha çok yagmalanmis ve sömürülmüs gibi göstererek, Rusiye ile Iran’nin dogrudan dogru ve açik desteyi ile, her kimseden askin hak istemekteler. Olarnin, bu yeni yönetimde baska bakanliklar yaninda, onbinlik nüfusu da olmayan yalnizça bir köyden, üç en önemli bakanligi (iç, dis ve savunma bakanliklari) üstlenmek itemeye israrla durup ve ele geçirmeleri, olarnin siyasi ahlaksizliklarindan bir küçük örnekdir. Olar her gün, disaridaki destekçilerinin çok yönlü kollamasi ile, çesitli yollardan kendi Türk düsmenliklerini göstermek için türlü ahlaksiz ve insanlik disi yollrara bas vurmaktalar.
Tacikler ile Parsivanlar’nin konusan dilleri, Tacikistan ile Iran’da konusulan dillerden her bakimdan ayridir. Tacikistan’da konusulan dil ses, söz ve cümle bakimindan daha orada konusulan Türkçe’nin etkisindedir. Iran’da resmi dil olan Farsça, Tacikçe ile kardes dil olsa da, sah döneminden bu yana yürütülen Farsça’nin Türkçe ile Arapça’dan aritimi yolundaki çabalardan dolayi, pek sonuçlu olmasa da yine kendini Avganistan’da konusulan dilden bir daha uzaklastirmis durumdadir. Avganistan içinde konusulan dil de ayri agizlardan araya gelmistir. Badahsan’da konusulan dille Kabil çevrelerindeki dilnin ve bu ikisini de Hirat yada Gazni ve yada Ferah’da konusulan dille farki çokdur.
Avganistan’da konusulan bu dilnin adi 20. yüzyilnin asagi yukari 70. yillariya kader Farsi edi. Su yillarda onun adi Avganistan’nin devleti arkali Farsça’dan Dari’ye degistirildi. Bu ad degistirmenin ana nedeni o dönemlerde, Iran kirali olan M. Riza Sah arkali yürütülen, asiri Fars irkçiliginin etkisini Avganistan’da durdurmak edi. Buna ragmen, Avganistan’da, yasamin tüm bölümleri gibi, yayinçilik ile basin evlerinin de çok az ve düsük ölçümde oldugundan dolayi, bu ülkenin aydinlari isteseler de yada istemeseler Iran’da yayinlanan eserleri alip okumaya mecbur kaldirilmistilar. Böyleçe, Avganistan aydinlari, Iran’dan saçilan Farsçi ve Ariaçi olan irkçi ideolojisinin etkisi altinda kaldirildilar ve bu durum bu güne kader hep böleyle izlenmektedir. Çünkü, M. Riza Sah taraftan baslatilan irkçilik ideoloji Iran’nin “Mulla”lar düzeni taraftan da en hizla ileri sürülmektedir. Iran devleti, dünyada Farsça’yi ve bu yoldan da kendi ideolojisini yayinlamak için, yilik yüzler milyon dolar pare ödemektedir.
Bu Dari kavrami nerden çikti ve anlami ne deyip sorsaniz, bir düsünceye göre, Dari sözcügünün kökü, saray anlamina olan “derbar” sözünden gelmis olmali ve baska bir düsünce de onu dere, sözünden köklenmis oldugunu ileri sürmekteler. Ikinci düsünce yandaslarinin götürdügü kanitlar pek güçlü degil. Olara göre Dari sözcügü dereden gelen ve onun anlami da derelere konusulan dil olmali. Ancak, tarihi gerçekler buna ters düsmektedir, çünkü Dari denilen dilin derelerde degil, belki saraylarda büydügünü göstermektedir. Böyleçe, verilen ilk düsünce tarihi gerçeklerle uygun geliyor.
Tarihi eserlerden biliyoruz ki, Arablar Asya’ya gelirken, kendileri ile yalnizca Islam kutlu inancini degil, belki Arab dili, töreleri ile geleneklerini, Islam ile katarak, götürmüstüler. Böyle, o çaga kader Iran’da konusulan Pehlevi adli dil, Arab isgalindan sonra yerini Arabçaya vererek ölmüstü ve bugün de, Pehlevi, ölü dillerden sayilir. Bölgede Arab isglindan sonra, Arab olmayan ilk büyük devletleri, Türkler kurmustular. Bu devletler, bölgede Arab dili ile kültürünün etkisini durdurmak için, kendi saraylarinda eski Farsça’dan kalan ayri sözcüklerle Türk dili ile Arab dilinden alinan ayri sözcüklerleri bir birine katarak ondan, bir yeni dil demek Derbar/Saray dilini, kisaçasi Dari dilini, yaratmiis olmustular. Bu dilde kullanilan sözcüklerden asagi yukari yarisi Arabça’dan ve kalani da eski Farsça ile Türkçe ve Mogulça’dan kaynaklanmaktadir. Su gibi Türk kaganlari, kendi çaglarinda, Hindustan’da da ayri Hind dilleri, Arabça, Türkçe ile Farsça’dan asker dili denilen bir yeni dili, demek “Ordu” dilini yaratmistilar ki, bugün de o dil Pakistan’nin resmi dili konumundadir.
Bunlardan disari, Fars irkçilarinin çok övünmelerinin kaynagi olan Ferdevsi’nin yazan “Sehname”si de, Gaznavilar sarayinda yazilan yüzlerçe eserden biri edi. Sunundek, bu dil sonralar yine Selcuklilar tarafindan Anadolu’ya ve Babur devleti ile de Hindustan’a kader götürülmüs olmustu. Mirza Abdulkadir Bedil, Saib Tebrizli, Nizamiyi Gencevi, Mevlana Romi, Abdulrehman Cami, . . . gibi yüzlerçe Türk sairi bu dilde, kendi siirlerini yazarak, ona can ve yasam vermisler. Bu dilde siir yazan Türk sairleri, bu dilnin en büyük ve dünya çatina tanilan kisilerdirler. Türk kirallari ile kaganlari da çesitli çaglarda bu dilde siir yazarak, siir devanlari yaratmislar. Emir Ali Sir Navayi (vezir), Sultan Huseyn Baykara (kiral), Zehiruddin M. Babur (kagan), Mir Alim Han (Buhara Emiri), . . olardan bir kaç örnektir.
Ancak, Türk saraylarinda beslenen bu saray dili, demek Dari/Fars, sonralar Fars irkçilarinin elinde, kendi kültürsel üstünlügünü kanitlamak için bir araç olarak kullanilmaktadir. Iran nüfusundan yarisindan askininin Türk olmasina ragmen, orda Türk dili, devlet arkali yürütülen dil siyasatidan dolayi, Farsça’nin çok yönlü baskisi altinda kaldirilarak, ezilip gitme ile maruz kalmaktadir. Bu durum Avganistan’daki Türkler için bir daha çok tehlikeli olmus ve olmaktadir.

5. Baska uluslar
Yukarida söyledigimiz uluslarnin yaninda, yine bu ülkede Belüçler, Nurustanlilar, Arablar, Peseyiler’den baska çok küçük ayri etnik topluluklar da var. Bulardan Belüçler Avganistan’nin Iran ile Pakistan ortasindaki sinir bölgesinde yasamaktalar. Olar da, Ingilizler’nin sömürgeçi siyasetinin sonucunda, bu üç ölke arasinda bölünmüs bir ulus sayilirlar. Belüçler, Nurustanlilar ile Peseyiler kendi dilleri ile konusurken, Arablar’dan, bir küçük bölümüden disari, büyük bölümü Dari dilinin kendilerine özel olan bir lehcesini kullaniyorlar. Arablar’dan bir bölümü kentlerde yasarken baska bir bölümü de göçebe olarak yasamaktalar.

B) GEÇMISINDEN BUGÜNÜNE KISA BAKIS

1- GIRIS
19’cu yüzyildan baslayarak (resmi ad olarak ilk kez 1801’ci yilda Ingiliz ile Iran’nin arasinda Avganistan/Afganistan konusunda yapilan bir anlasmada yazili kaydedilmistir) bugünlere kadar Afganistan (Avganlar/Afganlar yurdu) adini tasimis ülke, kendi cografi durumu bakimindan Asya kita’sinin ortasinda yerlesip, çok eski çaglardan beri bu kit’a içresinde bir kavsak olarak önemli rol oynaya gelmistir. J. Auboyer’nin yazdigina göre, eski dünyada hiçbir ülke bati ile dogunun ulasimina Afganistan gibi uygun olmamistir.
Avganistan ile baska ülkeler tarihçilerinin yazdiklarina göre, Avganistan’nin iki bölümden olustugu görülüyor: Avganistan ve Güney Türkili, ki bazen de Küçük Türkili denilmistir. Bu ülkenin ünlü tarihçilerinden ve kiral Habibullah’in (1901-1919) sarayinda katiplik yaparken, sarayda var olan kaynaklari kullanarak Pestunlar’in tarihini yazan Molla Feyiz Muhamed Katibi Hazare kendinin, bu ülke hakkinda yazdigi Siracul-Tevarih eserinde, bugünkü Afganistan dogu Fars kentleri olan Herat, Kabil, Siistan ve Belüçistan’dan ibarettir, deye yazmaktadir. Yine ona göre, Afganlar’in yasadigi yerler güneyde Belüçistan’a, doguda Hint irmagina, batida ise Siistan ile Herat’a ve kuzeyde de Herat ile Hinduküs daglarila sinirlidir. Ona göre, Güney Türkili bugünkü Avganistan’nin sinirlari içresinde degildi. Su tarihçi bugünkü Avganistan’nin kuzeyinde olan Bedehsan, Tohar, Meymene ile Balh bölgelerini Güney Türkili veyahut Avganistan’a bagli Türkistan/Türkili diye yaziyor. Yukarida adi geçen tarih kitabinin ön sözünü yazan Habibullah, bu ön sözde kendisini ” …Günes ile Ayni yaratan ulu yaradicinin kulu ve taç veren yüce tanrinin sükrancisi…, ala hazret siracil millet ve din Emir Habibullah özgür Afganistan ve ona bagli Türkistan’nin padisahsi,… ” deye tanitmaya çalisiyor. (Bak: yukarida adi geçen kitap, sayfa 1) Su gibi yirminci yüzyilin ortalarina kadar yazilan baska tarih kitaplarinda da Türkistan/Türkili sözü sikça kulanilmaktadir. Ancak su yüzyilin ortasindan baslayarak, eski Sovyetler yönetiminin siyasi ve ideolojik baskilari sonucu, yalnizca Bati Türkistan’da degil, belki Güney Türkistan’da da “Türkistan”, “Türk” sözlerinin kulanilmasi yasaklanip, onlarin yerine “Orta Asya” ve “Kuzey Afganistan” kavramlarinin kulanilmasina çalisildi.
Bugünkü Avganistan, kuzeyde 1700 km uzunlugunda, Pamir daglarindan baslayip Zülfikar daglarina kadar, demek Tacikistan, Özbegistan ile Türkmenistan cumhuriyetleri, kuzeydoguda ise 74 km uzunlugunda bir sinir seridi ile Çin cumhuriyetine bagli esir Dogu Türkistan, batida Iran, güney ve doguda ise Pakistan ile sinirlanir. Bu sinirlar en son kez 1884-1905 yillarin arasinda disaridan yapilan baskilar üzerine çizilmistir.
Afganistan’nin bugünkü siyasi sinirlari geçmis çaglarda çesitli sekillerde görülmektedir. Örnek olarak Yunan-Bahtar (M.Ö. 2. yy’da), Türk olan Kosanlar (M.S. 2. yy’da), Türk olan Eftalitler/Ak Hunlar (M.S. 5. yy’da), Safaviler (M.S. 9. yy’da), Türk olan Gaznalilar (M.S. 10-11. yy’da), Türk olan Güriler (M.S. 12-13. yy’da), Türk olan Temürlüler (M.S.15-16. yy’da) ve Pestun veya Afgan olarak tanitilan, ancak gerçekte Ak-Hunlar’dan olan Abdallilar (M.S.18-19. yy’da) devletlerin döneminde Afganistan’nin siyasi sinirlari – çesitli çaglarda- bir çagda Dogu-Türkistan’a (Tarim ile Elli-Kasgar) kadar ve yine bir çagi Bati-Türkistan ve bazen de Iran ve Hindistan’a kadar genislenmistir. Buna karsi baska çaglarda bugünkü Afganistan topraklarini, komsulari olan Türkistan ve Iran’la birlikte büyük bir devletin sinirlari içresinde de görmekteyiz, örnek Samanlilar (M.S. 9-10. yy’da), Türk olan Harazimsahlar (M.S.13. yy’da), Emir Temür (M.S. 14. yy’da) ve Nadir Avsar (M.S.18. yy’da) devletleri döneminde. Su gibi yine baska bir çagda da Afganistan topraklarini parçalanip ayri devletlerin sinirlari içresinde görüyoruz, örnek Hahamanislar (M.Ö.6. yy’da), Partlar (M.Ö.3-2. yy’da), Muriyalar (M.Ö.3. yy’da), Sasanilar (M.S.6. yy’da), Bati Türkleri/Gök Türkler (M.S.6. yy’da), Safaviler (M.S.16-17. yy’da), Baburlular (M.S.16-17. yy’da), Saybanlilar ile Astarhanlilar (M.S.16-17. yy’da) devletleri döneminde.
Afganistan, toprak bakimindan 650 000 km2 yüzölçümüne sahiptir. Ancak, bunun 4/3’ü daglar ile çöllerden olusmaktadir. Pamir daglari (Afganistan’da Hinduküs adini tasiyor) bu ülkeyi dogudan batiya iki denk olamayan bölüme ayirmistir. Bu daglarin izi batiya Köhibaba (Atadag), Köhisiyah (Karadag), Köhisefid (Akdag) adlari ile taninmaktadir. Bu daglar 3000-6000 metre yüksekligin- dedirler.
Yukarida adi geçen daglarin etekleri ile yamaçlarinda çok eski çaglardan baslayarak uygarliga uygun kosunlar yaratilip kentler kurulmus ki bu kentler ve uygarligin besikleri bugüne kadar da kendi varliklarini koruyup sürdürmekteler. Su daglardan kaynaklanan çaylar ile irmaklardan, kuzeyde Kökçe, Amu-irmagi, Surhap, Balhap ile Margab’i, batida ise Herirod ile Ferahrod irmaklarini, güneyde Hilment ile Ergendap irmaklarini ve doguda da Kabil, Küner irmaklarini sayabiliriz ki bunlar ülkenin en önemli su kaynaklarindan sayilmaktalar.
Afganistan’nin iklimi ise, bu ülkenin fiziki ve cografi yapisina uygun olarak asagi yukari kuraktir. Amu-irmagi kiyisinda, demek Güney Türkistan’da, ise kisi bol kar ve yagmurlu, kuru soguk, yazi de çok kuru ve sicak geçmektedir. Güneybatida ise iklim tüm kuraktir, orlarda kar yagmaz, hava da çok sicak olur. Kumlu çöllerde yaz aylarinda sicaklik 50 dereceyi de geçer.
Devletin verdigi son resmi istatistiklere göre Afganistan’nin nufusu 15 milyon kisi olarak bilinmektedir. Ancak, son yillardaki savaslar yüzünden bugün nufusun 13 ile 14 milyon arasinda oldugu tahmin edilmektedir ki ondan % 30-35 Türkler’den ibarettir.* Ülke nufusunun % 99’u Müslüman olup Hanefi ile Caferi mezheblerindendirler, ancak Hanefiler çogunluktadirlar. Siyasi düzenlemesine göre Afganistan 33 vilayet, 216 ilçe ile 117 beldeden olusmaktadir.
_____________________________
* Bugünlerde çesitli kaynaklar, ülkenin nufusunu 20 milyon kisi olarak tahmin ediliyor.

2- M.Ö. KI DÖNEMLERDE BU ÜLKEDEKI TÜRKVARLIGI
Eski dünya uygarligi ile medeniyeti bakimindan, Afganistan büyük önem arz etmektedir. Bu ülkenin çesitli yerlerinde var olan çok sayidaki eski kentler, saraylar, inanç ile ibadet yerlerinde yapilan kazilarnin sonucunda bulunan degerli tarihi kalintilar bugüne kadar dünya çapinda söhret kazanmistir ki bu kalintilar bize binlerce yil önce bu topraklarda yasayan uygarliklar ile medeniyetlerin zenginligini göstermektedir.
Afganistan’da ilk arkeolojik arastirmalar, sözde “turist” kimligi ile ülkeye giren Avrupali haydutlar tarafindan yapilmistir ki bu hirsizlar kazilar sirasinda çikarilan tarihi eserlerin çogunu Avrupa’ya kaçirmislar. Ilk kez devlet anlasmasi ile Fransiz arkeologlar tarafindan (1922) “Afganistan-Fransa arkeolojik arastirma komitesi” kurularak, kazilara resmen baslanmistir. Bunun müteakiben Italyali, Amerikali, Japonyali ile eski Sovyetli arkeologlari çesitli yerlerde kazi yapmislardir. Bu kazilar sonucunda çikan esrlerin büyük bölümü bu ülkelerin milli müzelerini süslemektedir. Afganistan’da yillardan beri milli bir idarenin olmamasi yüzünden, bu zenginliklerin çogunlugu çalinarak ülke disina kaçirilmistir.
Sadece Hedde (Celalabad kentinde) denilen yerde yapilan kazilar sonucu çikarilan tarihi eserlerin sayisi 20 bini asmistir ki bu eserlerin arasinda dünyaca ünlü eserlerin sayisi hiç de az degildir. Sundan dolayi bati arkeologlarindan G. Masson kendinin eski Afganistan medeniyeti konusunda yazdigi eserinde, bu ülkenin “dogu arkeolojisinin gerçek ambari” olarak kabul etmektedir. O, bu eserlerin binlerce yil önceye ait oldugunu da kabul etmistir.
Bugünkü Afganistan’nin vilayetlerinden biri, 10. yy’dan 12. yy’a kadar Gaznalilar devletinin baskenti olan, Gazna’dan arkeolojik kazilar sonucu çikarilan tarihi eserler bu yerlerde birinci insan toplumunun yasamini 100 000 ile 200 000 yil önce basladigini göstermektedir. Bu insanlarin avci olarak magaralarda yasadiklari düsünülmektedir. Bu eserlerin arkeolajik bakimdan yüksek ehmiyete sahip oldugu süphesizdir. Sunun gibi, Afganistan sinirlari içinde kalan Güney Türkistan’nin “Kördere” bölgesinde yapilan kazilar sonucu, bu topraklarda insan toplumlarinin 35 000 ile 60 000 yil önce yasadigini ispatlamaktadir. Bu insanlardan kalan izler, onlarin bu bölgenin magaralarinda yasamis olduklarini belgelemektedir. Bundan baska, Amu-irmaginin iki kiyisinda yapilan kazilar sonucu, eski tas döneminde yasamis avcilardan kalan izler de bulunmustur. Bu izler, bu avcilarin buralara kadar geldiklerinin göstergesidir. G. Türkistan’da olan Aybeg kentinin “Kara Kemer” bölgesinden çikan tas ve kemikten yapilmis araçlar, tas döneminin en eski kalintilari olarak tanilmaktadir. “Kara Kemer”de bulunan bu magaralarin M.Ö. 10 000 – 7000 yillari aralarinda avcilarin yuvalari oldugu ispatlanmistir.
Amerikali arkeolog Dr. Loeu Duprey’nin Balh vilayetinde (Mezari Serif kentinin güneyi ve Amu-irmaginin kiyilarinda olan “Ak Köprü” de) yaptigi kazilar sonucunda, bir çok arkeolojik eserler bulunmustur ki bunlarin içinde tunçtan yapilmis kapakli ayna, yüzük, bilerzik, silah çesitleri ile baska nesneler ve özellikle lacivert taslari dikkate degerdir. Bu eserlerin yeni tas dönemine (M.Ö. 9000-2000) ait oldugu tesbit edilmistir. Bu arastirmacinin düsüncesine göre, bu çaglarda burada yasayan kisiler koyun ile keçi besleyip ve ayni zamanda tarim ile de ugrasmislar. Yine su arkeologun oyuna göre, yerin çok derinliklerinden bulunan eserler M.Ö. 20 000 yillara ait olmalidir. (Bak: Gobar, s.34)
W.I. Sarianidi, Mezari Serif ile Devletabat kentlerinin arasinda olan eski medeniyete ait bir harabe kentte yaptigi kazilar sonucu, çok sayida tarihi eser bulunmustur. Bu eski uygarlik izleri M.Ö. 2000 yilina aittir. Burada yasayan insanlarin tarim ile hayvancilikla ugrasdiklari ve ayni zamanda çanak ile çömlekçilik sanati yaninda, miymari bilgiye de iye olduklari görülmektedir. Bu insanlarin ev esyalari ile süs takilari sanatina kazanmis basarilari ile süs takilarina isledikleri koç ve sigir motifleri dikkat çekiçidir. Bu izlere dayanarak diye biliriz ki, bu insanlar demirçilik ile kuyumculuk sanatina en ince bir sekilde uzmanlasmis olmus emisler. Su gibi bu insanlar, savas araci olarak kulanilan kiliç, kama ile baltayi da çok düzgün bir biçimde yapmislardir. Bu uygarligin yaratanlari bina yapiminda tugla kulanip, kendi inançlarina göre, mermer taslarindan yontulmus oturan kadin ve hayvan heykellerini de yapmislar. Bu hayvan heykellerinin arasinda kanatli arslanlarin bulundugu, onlarin Mezopotamiya ile iliskilerinin oldugunu ispatlamaktadir. Bundan baska, Amu-irmaginin öte kiyisinda da ayni türden olan eserlere rastlanmaktayiz. Bu arastirmalarnin sonucunda diyebiliriz ki, Balh vilayetinin çevresi (Balh, bugünkü Afganistan’nin vilayetlerinden biridir ki Mezari Serif onun baskentidir) M.Ö. 7000-4000 yillar aralarinda nufus orani bakimindan en büyük bölgelerden olmustur.
Bu eski çaglarda, bu topraklarda yasayan kisilerin irki konusunda Avrupali ve bütün batili arastirmacilar, dogal olarak, hep susmaktalar, çünkü Avrupa’daki sanayilasma devrimlerinden sonra, irkçilik teorileri de Avrupali ülkelerde bir hizla ortaya çikmaya basladi ve bununla birlikte kültür bakimindan bir “Avrupa merkezçilik” veya da “Avrupa kültür sövenizmi” hakim olmaya basladi. Bu irkçi üstünlük düsüncelerine dayanarak, bütün bu izleri bazen “Arya” irkina bagli olma teorileri de üretildi. Bu oylara uygun Türkler “göçebe”, “medeniyetsiz” bir ulus olarak gösterilmege çalisildi. Bu kültür sövenizmi ile Türk-yagiligini ret etmek için çok bilimsel taniklarimiz vardir ve tüm bu irkçi teorilerin gerçeksiz ve ilim disi oldugunu, Türkler yurdunda bulunan yüzlerçe kurgan ile teppeler göstermektedir. Eger “Fars”larin, ki kendilerini Avrupa irkindan olduklarini göstermege çalismaktadirlar, mitoloji ile yazili eserlerine bakilirsa, bir yandan Iran’nin karsisinda daima Turan vardir, Iranlilar’in Türkler yurduna geldikten sonra Turanlilar karsisinda yaptiklari savaslar bölge geçmisinin ana temelini olusturur. Baska yandan da yukarida söylenen bu uygarliklar “Aryali”larin bu topraklara geldiklerinden binlerce önce yaratilmis olmustur. Bunun için konuyla ilgili bazi kaynaklara bakmak gerekir.
Abu Ali Muhamed Belemi’nin “Belemi tarihi” adli eserine bakildiginda Hazreti Musa A. S’nin yalavaçligi (peygamberligi) döneminde, Alp Er Tonga (Afrasiyab) Türk kagani olarak Balh kentinde yasamis ve Türkler o çaglarda bütün Mevera-ul Nehir’den (Bati Türkistan’dan) Neysapura kadar hakim olmuslardir ve Alp Er Tonga Farslar’in kirali Menuçehr’in karsisinda savasmistir. Bunlarin yaninda, Belemi Fars edebiyati ile miteolojisinin kahramani olarak bilinen Gestasip’ten de söz etmektedir ki, onun döneminde Alp Er Tonga’nin karindasi/kardesi olan Hizirasip (Ercasip) Türkler kagani sifatinda Balh’da Gestasip’la savasmistir ki bu savaslarin izi olan Isfendiyar ile Rustem’in savasi Firdevsi “Sahname”sinin konusu ve bu kisiler de onun ölmez kahramanlaridirlar. “Tarihi Teberi” de Balh konusunda aynen Alp Er Tonga ile Menuçehr savaslarindan söz etmektedir. (Bak: Mir Abedini, s. 13-17)
Arkeolojik arastirmalar bakimindan çok önemli tanilan yerlerden baska birisi, Afganistan’nin dogusunda ve bugün büyük bir vilayet olmus ve çogunlukta Pestunlar yasamakta olan bölge, Kandahar vilayetidir. Bir yandan bu vilayetin ve baska yandan da Hinduküs daglarinin güneyinde yerlesmis olan “Mündügek” adli bölgede, 1951’de arkeolojik arastirmalar yapilmistir ki bu arastirmalarin sonucuna göre, buralarda M.Ö. 4000-3000 aralarinda insan topluluklari tarimçilik ile hayvan besleme kültürüne iye olup, bir yerlesik yasama geçmislermis. Bu arastirmalarni J. M. Casal önderlik etmistir. Mündügek’ten bulunan seramik çanak, çömlek gibi baska araçlar, onlarnin o çaglarda bile çarklarla yapilmis olduklarini, kanitlamaktadir. Bu seramikler basit olmayip hatta çizgiler ve sekillerle süslendirilmisler. Burada yasayan kisiler ile yaratiklari esrelerin o çaglarda Belüçistan ile Türkmenistan’da yasayan kisiler ile iliskileri oldugunu bu bölgelerden bulunan izler göstermektedir. Mündügek’ten bulunan eski çaglara ait bu uygarlik izleri, yaliniz seramikten ibaret olmayip, belki bunlarla birlikte bakir, demir ve pirinçten yapilan baltalar, kiliçlar ve taki süslemeleri de öz içresinde bulundurmaktadir. Bu uygarligin en uç noktasi M.Ö. 3000 yillarina aittir ve arkeolojik arastirmalara bakildiginda, Mündügek’nin bölge baskenti olmus oldugu düsünülebilir. (Bak: Masson, s.15ff)
Paris müzesinin tanilan bilginçlerinden Dominicue Darbois, Mooreroft teorisine dayanarak Mündigek uygarligi ve kültürünün en eski iyelerinin irk bakimindan “Mogol irkli” olduklarini kanitlayip ve onlardan kalan nesiller de bugüne kadar Pamir ile Hinduküs daglari yamaçlarinda yasamaktadirlar deye yaziyor. Darbois’in düsünçesine göre, Mündügek’ten bulunan eski kent kalintilari gösteriyor ki insanlar o çaglarda bir belli pilan üzerine (M.Ö. 3000 yillarda) kentler kurup, Elam ile Kelde gibi baska uygarliklar merkezi ile ticaret yapmakta emisler. Yine su bilginçnin baksina göre bu uygarlik daha sonralarda Hindistan’a tasinmistir. (Bak: Auboyer, J. ve Darbois, D. s. 19)
Bunun disinda Mündügek uygarliginin, Anau (Türkmenistan’da) ve Mezopotamiya uygarliklari ile iliskiye olmus olduklari kanitlanmistir. Mündügek kalintilari yedi döneme ayrilmaktadir ki bu dönemler M.Ö. 4000-500 yillarina kadar devam etmistir. 1. dönem M.Ö. 3000 yillarina aittir. 2. ile 3. dönemde ise yerlesim kültürü açikça görülmektedir. Amma 4. dönemde pilan üzerine kurulan binalar vardir. 5. dönemde nufus sikisikliginin yüksek oldugu görülüyor. Bu dönemde evlerde ocaklarin varligi kanitlanmakta ki bu ocaklarda sicaklik 600-1100 derceye kadar yükselme imkanina iye olmustur. Su dönemde seramikler çarkla yapilir, çizgi ve çesitli dogal boyalar kulanilmistir. Bu boyalar içinde Türk mavisi en seçkin ve en fazla kulanilan boya idi ki bugüne kadar da Türkler arasinda Türk mavisi kutsal renk olarak kabul edilmektedir. Eger 4. dönemde hayvan heykelleri görülse de 5.dönemde insan heykeli ile oturan kadin heykeli mermer tasindan yontulmus olursa da, damgalar kemikten ve ölçü aletleri de tastan yapilmistir. (Bak: Auboyer,J. s. 16)
Hint ve eski Iran’nin kutsal yazilari olarak taninan Vidalar ile Avista’ya bakildiginda, yukarida söyledigimiz Mündügek ve baska kentlerin yollarini çok eski çaglarda, Arya kavimler tarafindan kulanilmis oldugunu görülüyor. Eger kabul edebilseydik, ki bir çagi Aryalilar Iran bölgelesinden Hindistan’a göçmüs olmus olsalar, tabiidirki bugüne kadar bu yaliniz bir teoridir ve gerçek oldugu kanitlanmamistir, bu göçebelik M.Ö.1200 yillara rastlanmaktadir. Halbuki Mündügek’te M.Ö.4000 yillarda uygarlik ve kentlesme kültürünün varligi tesbit edilmistir ki bu uygarlik gerçekten Aryali oldugunu iddia eden kavimlerle hiç bir bagi bulunmamaktadir. Bu göçebeler yukarida adini andigimiz yollardan yanlizca geçmisler ve bu yolboyu gördüklerini yazmislar ki bu yazilar da onlarin bu uygarligin iyesi olduklarini göstermek için hiçbir kanit vermiyor. (Bak: Auboer,J. s.19)
Firdevsi kendi “Sehname”sinde Aryalilar’in kirallari okuma yazma bilmezken, baskalarin demek Türklerin, onlara okuma ile yazma ögrettigini unutmayip yazmistir.
Bu topraklardan ele geçirilen binlerçe yil öncelerden kalan belgelerle yine su yurtlarda yasamis uygarliklarin izlerine dayanarak diyebiliriz ki, Türk töresi, gelenekleri, uygarligi ile Türklügün en eski soy besiklerinden biri de bugün yapay olarak Afganistan ismini takildigi topraklardir. Bu topraklarin koynunda yasamis binlerçe baska izlerde vardir, ne yazik ki olar bugüne kadar arastirilamamistir. Biliyoruz ki bütün bu kalintilarin çogunlugu Avrupali arkeologlar tarafindan arastirilmistir ki, bunlarin çogunlugu “Avrupaçilik” ve “Aryaçilik”in irki üstünlügüne inanilarak haksizlikla bu uygarlik ve medeniyetin zorla eski Iranlilar veya Farsilara, demek hiç var olmagan bir ulusa, maletme gayreti içresine girmistirler.
Yanliz Afganistan’a bagli topraklardan bugüne kadar 60’dan fazla arkeolojik yer tesbit edilmistir. Bu yerlerden bulunan tarihi kalintilarin çogunlugu Anau ve Mezopotamya uygarliklari ile iliskileri kanitlanmistir. Tabiidir ki Sümerler Arya irkindan olmayip tam aksine olarin Türkler’le dil, töre, gelenek, inanç ve medeniyet birligi artik kabul edilmektedir. Bundan dolayi diyebiliriz ki, Sümer uygarligi çaginda bugünkü Afganistan topraklarinda da parlak bir Türk uygarligi kurulmus ve bu iki karindas uygarligin arasinda büyük bir ayniyet (birlik) görülmektedir.

Kuskusuzdur ki, Türklere düsman olan bir avuç avrupali Türkologlar ve arkeologlar kendi Avrupaçilik ile Aryaçilik hayalleri ugruna eski Türk kültür ve uygarligini çesitli savsatalarla inkar ederek bir insanlik ayibi islemektedirler. Ancak, dünyanin dört bir yanindan çikarilmis Türkler’in eski uygarligina ilgili parlak belgeler arkeologlarin, Türkler’i görmez olan gözlerini bile kamastirmaktadir.
1979’cu yilda, Sovyetler arkeologu W. I. Sarianidi’nin kilavuzlugunda, G. Türkistan’da, demek Cevzican vilayetinin baskenti Sibirgan’nin* çevresindeki Altin Tepe adli yerde miladi 1.yy’a ait bir kaç mezar açildi. Bu mezarlardan tüm altina sarilmis ve altin süslemelerle gömülen kisilerle birlikte 30 000 den fazla altin taki, süs ve esya bulundu. Bu mezarlar Yüce veya Yüçi Türkleine** aittir ki bu Türkler öz ana yurtlarini vahsi ve barbar yagilari olan Yunanlilar’dan (Iskender’in siyasi kalintilarindan) kurtarip, büyük Kosanlar devletini kurmusturlar. Adi geçen mezarlardan çikarilan takilar ile süsler içinde bugüne kadar Türkler arasinda yüksek öneme iye olan hilal, yildiz, kurt ile çok göktaslarinin bulunmasi onlarin Türkler’e ait oldugunu kanitliyor. Bu eserlerin bugün nerede oldugunu veya hangi sümürgeçi ülke müzesinin asagi katlarinda bulundugunu pek bilmiyoruz.
_____________________________
* Suburgan, Simirkan veya da M. Kasgarli’ga göre “Suburgan: Masatlik,müslüman olmayanlarin mezarligi. Su savda dahi gelmistir: Suburganda ev bolmas, topurganda av bolmas = eski mezarlikta ev olmaz, gevsek toprakli yerde av olmaz”, Divanü Lügat-it-Türk, 1. cild, s. 516.

** Bu sözün kökü büyük, yüksek, ulu anlaminda olan yüce sözünden gelmeli, çünkü Türklerin arasinda kendi boy veya soylarina hep böyle anlamlari olan adlari verme gelenegi çok yaygin olarak görülmektedir, örnek tanri veya iye anlaminda olan bayat sözü (Bayat boyu’na) ve su gibi yine tanri, yüce ve asiman anlaminda olan kök sözü (Kök Türk’lere) ayni anlamlarni tasimaktalar.

3- AVGANISTAN’NIN YAZILI TARIHINDE TÜRKLER’IN YERI
Türkler’in eski töre ve gelenekleri ile uygarliklarinin kalintilarindan dolayi, öyle ki yukarida onlardan bir kaç küçük örnek gösterdik,- Türkler’in yagi olan “avrupaçi” ile “aryaçi” düsünen bilginler ile tarihçilernin bütün telas ve barbarca çabalarina ragmen- binler yil önce bu ülkede yalnizça öz damgasini vurmayip, belki de bugüne kadar belli olan yazili tarih kitaplarinda da öz varligi ile bu topraklarin iyesi oldugunu kanitlamistir. Yürüdülen Türk hakimiyeti Afganistan ile onun çevresini binler yil günesin isigi gibi aydinlatmistir ki, hiç bir kör de bunlardan inkar edebilmez.
Dünya tarihinde eski “Fars” devleti adi ile tanitilan Hahamanislar döneminden, yeterliçe belge elimizde mevcuttur. Bu devlet M.Ö. 700’ci yilda, bugünkü Iran topraklarinin güneybatisinda yerlesen “Pars” yada “Parsva” adli köyde, bir küçük devlet kurulmus ki bu devlet sonralar kendine Hahamanisya adini vermis, çünkü bu devletin kurucusunun adi Hahamanis imis. Bu sülalenin M.Ö.545-333 yillar arasinda kurdugu devlet o dönemin en büyük devleti olmus. Su hanedandan olan Kürüs M.Ö.550 de Metler*** karsisinda savasip kendi özgürlügüne kavustuktan sonra büyük bir devlet kurmustur.
A. Foucher’e göre Kürüs’ün ordusu bugünkü Afganistan’nin batisindan girerek Kabil’e kadar gelmistir. Bunun anlami su ki bugünkü Afganistan ile onun kuzeyi o çagda baska bir devletin demek bir Türk yönetiminin idaresi altinda olmustur. Yine baska kaynaklara göre onun ordusu M.Ö. 536’da bugünkü Kazakistan’nin çöllerinde Türkler’e karsi yapilan savaslarin sonucunda tamamen öldürülmüstür. Bu bellidir ki Kürüs yasaminin son dönemlerinde Bahter’de (bugünkü G. Türkistan’da) hakim olan Saka**** veya Iskit Türkler’i ve onlarin öne çikan urugundan olan Masagitlar’in karsisina yürüten savasta da yenilmistir. Su adi geçen sülalenin baska bir kolundan olan Dariyüs I (M.Ö.522-486) kendi hakimiyet sahasini daha da genislestirmisse de yine Türkler’i yenememistir, ancak Dariyüs III’nin (M.Ö.331) Mekedonlu Iskendere yenildigi ile birlikte bu sülalenin defteri de kapanmistir.
Yukarida söyledigimiz gibi eger Hahamanislar tümüyle Türk degilseler bile, bu büyük ve güçlü kaganligin içinde Türk hakimiyetinin etkisi çok büyük olmustur. Eski Yunan tarihçisi Heredot, Hahamanislar’dan biri olan Ieries’nin (M.Ö. 479-480) Yunana karsi açmis oldugu savas sirasinda, onun ordusu içinde Bahtarlilar, Sakalar, Hindular, Aryalilar, Partlar, Harazimlilar, Sugdular, Gandaharalilar, Dandilar, Hazarlilar, Sarangarlilar ile baska bir takim uluslarnin varligindan yazmistir. Bu savasta katilan uluslarnin listesine baktigimizda görünür ki Aryalilar yanliz küçük bir gurupturlar ve kalan çogunluk Türk boylarindan yada baska uluslardandir. Bunlardan dolayi diyebiliriz ki, bu büyük devletin içinde Türk unsurlarinin agirligi hiç de az degil imistir.
Öyle ki biliyoruz, Mekedonlu Iskender Iran’ni yendiginin arkasindan yüzbinlerçe kisinin kanini döktükten sonra Bati Türkistan, Hindistan ve bugünkü Afganistan topraklarini alarak bu dökülen kanlarin üzerinde bir büyük kaganligi kurmustur. Bu olaylardan sonra bu yurtlarda uzun sirali bir yabanci hakimiyeti gerçeklestirilmis olmustu, ancak Iskender’nin ölümünden (M.Ö.325) sonra onun kurdugu kaganlik bir kaç küçük bölümlere ayirildi. Bu isgal döneminde Afganistan’nin topraklarinda ilk Yunan-Bahtar adila tanilmis bir devlet ve sonralar da Yunan-Hint devleti kurulmustu. M.Ö. 2. yy baslayarak bu yabanci ve isgalçi devletlerin karsisinda bagimsizlik ayaklamalari baslanmistir.
Afganistan’nin tarihinde baslayan bu yeni ayaklama konusunda, J.Auboyer kendi kitabinda böyle yazmaktadir: ” M.Ö. 2. yy’in baslarinda göçmen kabileler devleti endiselendirmeye basladi. Bunlar iki guruptan ibaret idiler, yani Yüçiler ki bunlarin etnik kökeninin çok az bilinmesine ragmen yine de, düsünülebilinir ki bunlar Toharlar (Türkler) ile karindas imisler, onlarin töreleri dogu Mogolistan’dan gelen Hiun-nu’lar (Hunlar) ve Iskitler (bu ad Yunanli kaynaklarda Skythen olarak geçer) ile benzer idi ve Iranlilar onlari Saka, Hindiler de Sak olarak adlandirmaktalar “.(Bak: Auboyer, J. s.24) Bunlara Afganistanli tarihçiler ise Seti demekteler, onlarin oylarina göre Setiler Kasgar’da yasayip, Çinlilerle komsu imisler. Öyle ki biliyoruz, Setiler Sirderya bölgesi ile Hazar ve Karadeniz’in kuzeyinde hakim olduktan sonra M.Ö.700-300’e kadar Tanri-Daglar’indan Ural’a kadar yayilmislardir. Kosanlar ya Yüçiler Seti kabilelerinin en doglusu olarak Tun-Hvang ve Ki-lin arasinda yasayip, Hunlulara karsi savasmislar ki bu savaslarin sonucunda Yüçiler Hunlular’a yenilip Elli ve Tarim’dan geçip Bati Türkistan’a gelmislerdir. (Bak: Gobar, s. 49)
Kisa zamanda Türkler kendini yineden toparlayip, Yunanlilar’a karsi savasa girmisler ve onun sonucunda kendi yurtlarinda öz Türk devletini kurmuslar, bu devletlerin arasinda Kosanlar’in kurdugu kaganligin (M.Ö.220-40) en böyük devlet oldugunu herkes bilmektedir. Bu 200 yillik dönemde Afganistan’nin batisi önce Fars olmayan Partlar (bunlarin en azi büyük bölümü Türk kökenlik olmuslar) ve sonralar da Sasaniler elinde idi. Kosanlar’in dili Afganistan tarihinde Hüten dili olarak tanilmistir ki Türkçe’den baska bir dil degildir.
Kosan devleti kendi yerini baska bir Türk kaganligina, demek Eftalitler’e/Ak Hunlar’a, (M.S. 425-566) birakmistir ki bunlar da kendi sirasinda Setiler tarafindan yenilgiye ugradilar. Kosanlar ile Eftalitler arasindaki dönemde, asagi yukari 200 yilda, Afganistan’nin çesitli yerleri bazen Sasaniler ve bazen de küçük Kosanlar’in hakimiyetleri altinda kalmistir.
M.S. 6. yy’in sonlarindan baslayarak Gök Türk büyük kagani Tümen’nin (Mogolistan’dan Ural’a kadar hakim olmustu) ölümünden sonra, onun kurdugu büyük kaganlik ikiye bölündü. Dogu Kaganligi demek Mogolistan, Tümen Kagan’nin oglu Mugan Kagan’a verildi, bati kaganligi ise Tümen Kagan’nin kardesi olan Istemi Kagan’a devretildi ki Kasgar, Sirderya ile Ural bölgesi onun hakimiyeti altina girdi. Bati Kaganligi ilk Sasanilerle birlesip Eftalitler’i yendiler. M.S. 566’ci yilda Amu-irmagi’nin sag tarafinda Türkler ve sol tarafi Afganistan’nin bati bölgeleri ile birlikte Sasaniler’nin elinde kalmis oldu. Amma M.S. 600’cü yilin sonlarinda Tardu Kagan, Bati Türk yabgusu, Sasaniler’i Afganistan’nin kuzeyinden (G. Türkistan’dan) çikarib Bedehsan’dan Meymene’ye kadar geri sürdüler. Bati Türkler’nin hakimiyeti sonucunda G. Türkistan’da 30 tane Hanlik kuruldu. Bu Hanliklarin baskendi Kunduz sehri idi ve bu bölgesel baskent dolayisiz büyük Kagan’nin idaresi altinda idi. Bu çaglarda bugünkü Afganistan topraklari ikiye bölünmüstü, yani kuzeyde Türkler’in hakimiyeti ki Afganistan tarihinde “Tekin Sahlik” adila tanilmistir ve güneyde ise Kapisa devleti (baskendi Begram) hakim idi. Bu devlet Kabil’den Sind’e kadar uzalirdi. Bu iki devlet önce Sasaniler’e karsi ve sonralar da Araplar’in karsisinda savastilar. Bundan dolayi Afganistan’nin kuzeyi 20. yy’in ortalarina kadar Türkistan adi ile tanilirdi.
Araplar’in Iran’a ilk isgalci saldirilari M.S. 642 yilinda baslatilip, 661 yilina kadar izlendirilmisti. Bu zaman içinde Araplar, Sasani devletini yenmisseler de, Afganistan’nin bati ile kuzeyinde 20 yildan fazle savasmaya mecbur kaldilar.
Inanç bayragi altinda gerçeklestirilen bu isgalçi savaslarin sonucunda Araplar kendi siyasetlerini öteki sekillerde yumusatmaga yöneldiler: a) isgal ettikleri topraklarda yasamakta olan eski inançlara ceziye karsiliginda müsaade ettiler. b) yerli hakimiyetlere haraç karsiliginda kendi yönetimlerinin devam ettirme hakkini tanidilar. Örnek olarak Siistan emiri Rüstem 652’ci yilda Arap ordusunun bas kumandani Rabi ile pazalik yaparak 1000 tas altin ile 1000 köle karsiliginda kendi makamini saklayabilmisti. (Bak: Gobar, s.67-69)
Araplar 643’cü yilda Merve’de Sasaniler kralini yendikten sonra, 651’ci yildan baslayip bölgede keskin saldiriya girdiler, olar Sasaniler kralini yakalama bahanesiyle Türkistan’a saldirdirmis oldular ki bu sümürgeçi saldirila baslayan savas 20 yil sürdü. Araplar’in Türkistan’a karsi yaptiklari ikinci savas asagi yukari 90 yil uzadi. Araplar’in Türkistan’a karsi isleten tüm barbarliklarina ragmen, olarin isgali Türkistan’da çok devam etmedi, demek 9. yy’da bölgede ilk Arap olmayan Samanlilar devleti (892-999) kuruldu. Bu devlet dogu ve bati Türkistan’ni demek 10. yy’da Fergane’den Çin çevrelerine kadar kendi hakimiyeti altina almisti.
Bu dönemde Türk dünyasina bakildiginda görüyoruz ki Dogu Türk kaganligini Karahanlilar yönetiyorlar, onlarin baskenti Balasagun (Kasgar’da) idi ve su gibi Bati Türk kaganligini da Ilhanlilar baslik etiyordular ki Özkent (Fergane’nin güneyinde) onlarin baskenti olmustu. Bu iki Türk kaganligi Türkili’nin ana bölümünü kendi idareleri altinda almistilar. Ilhanlilar’in kagani olan Satuk Bugra Han, 990’cu yilida Samanliler’in kurdugu devleti tarihten sildi.
Türk topraklari uzak geçmislerden bugüne kadar, demek her bir çagda kendi üzerinde yasayan kisileri maddi ve menavi bakimdan hep zengin beslemistir. Türkler yasayan yerlerden çikarilan ve ayrim çaglar ve uygarlik dönemlrine ait çesitli bayliklar, ki dünyanin önemli müzelerini süslemektedir, bu sözlerin kanitidir. Bu söylentinin baska bir kaniti Arap tarihçilerinin Türkistan sanati ile uygarligi hakkinda yazdiklari anilaridir. O çaglarda Türkistan’ni gezen Arap ünlü yazarlarindan Mukades’e göre “Horasan’nin (Türkistan) köyleri Irak’nin kentlerinden daha medeni ve daha düzenlidir.”, Ibn-il Fakiye’e göre de “Horasanlilar bilim, sanat ve ticarete çagin en ilerisinde olanlardirlar …” (Bak: Gobar, s.85).
Bölgede Araplar’in isgalindan sonra, Karahanlilar ardindan, Gaznali Mahmud’un kurdugu Gaznalilar kaganlik (962-1148), bu bölgenin ilk müslüman Türk devleti sayilir, bu kagan Gazna’dan Hindistan’a kadar tüm bölgeyi Türk bayragi altina almisti. Su gibi Salcuklular (1038-1153), Gorlular (1148-1214), Harazim Sahlar (1140-1220), 13. yy’da Cengiz Han, 14-15. yy’da Büyük Timür, 16. yy’da Özbegler, 16. yy’da Babur Sah ve 18. yy’da Nadir Avsar bu topraklarda yüzyillar boyu Türk hakimiyetini yasattilar.
_____________________________
*** Metler alti boydan araya gelmis idi ki onlardan üçünün Türk oldugu bilinmektedir ve kalan üçünün etnik kökeni bugüne kadar açiklanamamistir.
**** Saka veya Iskitler devleti adila tanilan büyük kaganlik, M. Ö. 8. yüzyilda Türkler’nin Su (=Su) boyu tarafindan Çu-vadisinde kurulan bir büyük Türk devleti idi. Bu Türk kaganliginin merkezi bugünkü Kazakistan’nin Almati kentinin 50 km dogusundaki Issik-Kurgan’da ekenliginin olasiligi düsünülmektedir. Bu iddiayi 1961 eski Issik-Kurgan’nin çevrelerinde Prof. Akisov kilavuzlugunda yapilan kazilar sonucunda ele geçirilen 4 000’den fazle altin esya kanitlanmis oldu. Bu kurgandan ele geçirilen altin ve gümüs nesnelerin içinden en önemlisi çevresi yazili olan bir gümüs tabagin bulundugu idi. Tabagin içinde yazilan bu Türkçe eser 26 harftan araya gelmis ve Orkun yazilarina benzeyor. Bu tabagin yazisina göre Iskitler’nin en azi kaganlari Türk olmalidir, çünkü bugüne kadar Türkistan’da Türk olmayan hiç bir ulus Türk yazisini kullanmamistir. Bundan baska, Yakut Türkleri kendilerine bugüne kadar da Saha deyorlar ki bu sözün Saka ile iliskili olmasi düsünülebilir, çünkü Türkçe’de çogu zaman H ile K yer degistirmistir. (Bak: Dr. Baymirza Hayit, s. 49

4- TÜRK ELI’NDE YAD HAKIMIYETI
Nadir Avsar’nin (1734-1747) ölümünden sonra, onun sarayinda yasamakta olan ve kiz kardesi de Nadir Avsar’in karisi olan Abdalli Ahmet Han,* Bugünkü Afganistan’nin vilayetlerinden biri sayilan Kandahar’i kendi kurdugu devletin baskenti olarak seçmisti. O, kendini kral olarak açiklamasinin ardindan çesitli siyasi amaçlar yüzüden Abdalli adinin yerine kendine Dürani adini takti.
Ahmet Han, kendi urugu ile Abdalli oymaklarinin yüzyillardan beri Pestunlar ile birlikte yasadigi ve Pestu dili ile Pestunlar’in geleneklerini de benimsediklerinden dolayi, siyasi olarak Afganlar/ Pestunlar’a dayanarak ilk Afgan veya da Pestun devletini kurmus oldu. Böyleçe bu topraklarin tarihinde ilk kez bir Pestun hakimiyeti, o da özlügünü yitirmis bir Türk tarafindan, gerçeklesti. Bu devletin kurulusu gelecekte ülkenin basina çok büyük ve agir belalar açti. Ahmet Han 1751’ci yilda Sah Veli adli kumandaninin önderliginde bir büyük orduyu Herat sehrinden G. Türkistan’a gönderdi.
Bu çagda Türkistan, Buhara Emirlig’nin** yönetimi altinda idi. Sah Veli G. Türkistan’da bir kaç bin ölüyü arkaya birakarak Kandahar’a döndü. Ahmet Han’nin ana amaci Hindistan’ni isgal etmek idi, ancak o Buhara Emirlig’nin güçsüz oldugunu duyarak, onun etkisini bu bölgeden silmek istedi. Türkistan beyleryi bir iki yildan sonra haraç vermeyi durdurdular ve böyleçe kendilerini yine özgür açikladilar ki bundan dolayi 1768’ci yilda yeniden Sah Veli bir büyük ordu ile G. Türkistan’a saldirmis oldu. Bu kez Buhara Emiri Murat Bey savas hazirligina girdi. Ahmet Han bunu anlayinca baskumandaninin arkasindan kendisi yeni bir ordu ile Herat’tan Meymene’ye saldirdi. Böyleçe, bu olaylari duyan Buhara Emiri Ahmet Han’a karsi savasmak için Karsi kentene kadar ileri geldi. Ayri nedenlerden dolayi iki ordu bir birine karsi savasa girmedi çünkü iki taraf Amu-irmagi’ni kendi aralarinda sinir olarak kabullandilar. Böyleçe G. Türkistan ana Türkistan’nin bagrindan ayrilip yad ellere düstü. Bu olayin arkasindan Ahmet Han, kendi ile götüren ordusunun bir bölümünü kalici olarak G. Türkistan’a yerlestirdi. Bu ordu daha sonralari oradaki özgürlük ayaklanmalari çöktürmek yoluna yardimci oldu. Bu orduya da “Eski Ordu/Köhne Lesker” adini koymuslar.
Ahmet Han’nin ölümünden sonra, onun oglu Temür Sah yerine tahta geçti. Temür Kandahar ile onun çevresinde bulunan ve atasinin kral olmasina yardimçi olan beylerle hanlarin etkisini azaltirmak için idare baskentini Kandahar’dan Kabil’e tasidi. O, her seyden artik tatli yemekler ile güzel kizlarla karilari severmis. Bunlardan dolayi onun döneminde ülkede çok büyük olaylar olmamistir, ancak onun ölümünden sonra bir yandan ondan kalan ogullari arasinda hanedanlik kavgalari ve baska yandan da ayrim oymaklarin devletin basina kunma umutlari için tasarilanan ayaklamalar baslanmis olmus ki tüm bu hakimiyet güresleri bu ülkenin kisilerine çok pahaliya mal oldu.
19. yy’da bir yandan Ingilizler Hindistan’a (Babur Sah’in kurdugu kaganlik) ve baska taraftan da Ruslar Bati Türkistan’i boyunduruklari altina almaga baslamistilar. Yeni ortaya çikan bu iki sümürgeçi devletin gözü Türk topraklarina dikilmisti ki Afganistan ile ona bagli G.Türkistan bu iki dev isgalçinin arasinda bir sinir seridi olarak kalmis oldu. Amma Hinistan’ni kurumak için Ingiliz’in etkisi Afganistan’da artarak 1839’cu yilda ilk kez Ingiliz ordusu bu ülkeye saldirdi. Bu olaydan sonra 1919’cu yila kadar Ingilizler üç kez Afganistan’a karsi savasa girdiler, bu ülkeye karsi yaptiklari her savasta da agir yenilgeler ile karsi karsiya kaldilar ki son savasta (1919) Afganistan yalnizça Ingilizler’i yenmedi, belki kendi siyasi bagimsizligina da kavustu.
Yukarida özetledigimiz hanedanlik ile iç kavgalar ve disaridan olan karismalardan dolayi Abdalilar kisa zamandan sonra demek 1843’cü yilda hakimiyetlerini yitirdiler, onlarin yerine bir baska Afgan/Pestun urugu yani Muhamedzai kabilesinden Dost Muhamed adli kisi Ingilizler ile Ruslar’in anlasmasi ile Kabil’in tahtina geçti. Dost Muhamed ve onun arkasindan gelen tüm emirler Ingiliz’in ajanlari olarak ülkeyi yönettiler. Bu dönemde Afganistan’nin içinde olup geçen tüm bu olaylarin akiminda G. Türkistan’a baktigimizde görüyoruzki G. Türkistan 19. yy’dan 20 .yy’in baslarina kadar defalarca Afganlar’in saldirilarina maruz kaldiysa da yine öz iç özgürlügü ile milli kimligini saklamayi basarmisti. 19. yüzyilin sonlarinda Ingiliz ile Rus sümürgeçileri kendi aralarinda yaptiklari bir anlasma ile Afganistan’da yine bir dönemi baslattilar ki bu dönem, akitan kanlarindan dolayi, bu ülkenin geçmisinde en kara bir sayfayi açmistir.
Muhamed Efzel’in oglu ve Dost Muhamed’in torunu olan Abdurahman (1880-1901), dokuz yasinda iken G. Türkistan’nin valisi olan babasinin yaninda yasamak için bu bölgeye geliyor ve 15 yasinda da G. Türkistan’da yerlestirilen Afgan/Pestun ordusunun genelkurmay baskanligina geçiyor. Böyleçe Abdurahman babasinin valiligi döneminde ve ondan sonra kendinin kralik döneminde, merkezi hakimiyeti kurma bahanesiyle Türkistan’da ve baska bölgelerde hiç bir insani ve ahlaki kural ve sinir tanimadan alçakça zulum ve soykirimi yaparak kisilernin kesik baslarindan kaleler yapmistir. Onun yaptiklari insanlik suçlarindan en güzel ve gerçek örnegi kendisinin yazdigi (onun kendi okuma yazma bilmediginden dolayi yazmis olmasa da yine onun adina yazilmistir) eserden vermek istiyoruz. Abdurahman bu kitapta G. Türkistan emirlerinden olan Emir Atalik’la yapmisoldugu savaslari söyle anlatmaktadir: ” …ben esir aldigim kisileri topun agzina koyupta topu öylece atesliyordum. Üç yillik savas döneminde bu iskence yolu ile öldürdügüm kisilerin sayisi 5000’ni asmistir. Benim askerlerim tarafindan bu sistemle öldürülen kisilerin sayisi 10000’den de çok olmustur.” (Bak: Sefername ve Hatirat-i Emir Adurahman Han, s.47) Abdurahman devrinden baslayarak G. Türkistan bütünüyle Kabil’in idaresi altina girdi. Böyleçe yerli beylerin etkisi de yavas yavas yok olup gitti.
Abdurahman’nin ölümünden sonra oglu Hebibullah (1901-1919) emirlik tahtina oturmus oldu. Onun da dünyada en sevdigi nesnelerin basinda yemek ile güzel kadinlar gelirdi, ancak bu dönemde Türkiye’de araya gelen yeni düsünçeler ile sümürgeçilige karsi ayaklamalar ve çagdaslasma çabalari, daha dogrusu Avrupalasma telaslari, bu ülkeyi de etkilemeye baslamisti. Hebibullah ancak çevresindeki karilardan baska bir sayi düsünebilmezdi. Böyle bir ortamda Habibullah 1919 kendi oglunun da yardimi ile gittigi bir av sirasinda avlandi ve bundan dolayi kralik yolu Amanullah’a açilmis oldu.
Amanullah (1919-1929), Türkiye Cumhuriyetinde çok iyi ve gerekli degisimler yaninda çagdas- lastirma ve yenilestirme amaclari altinda isletilen bir takim kör ve kisir avrupalastirmanin etkisi altinda, ülkenin tüm töreleri ile gelenekleri ve degerleri ile inanç duygularini degistirmek istedi. Onun bu yaptiklari veya dogrusu yapmak istedikleri, bir az da Ingilizler’in abartmalari yardimi ile, kamuyu ona karsi ayaklandirdi. Sonuçta Amanullah ülkeyi birakmaya mecbur kaldi ve ülkeyi bir hirsiza birakarak ailesi ile Avrupa’a kaçti. Böyleçe kisa bir zaman içresinde de olsa Afgan/Pestun tarihinin sayfasi kapanmis oldu.
Sakav oglu Habibulla (19.01.1929-15.10.1929), Pencsir köyinden olan bir Fars kökenli hirsiz idi, Ingilizler’in yardimi ile Amanullah’a karsi yapilan ayaklamalari kullanarak Afgan/Pestun hakimiyetini çöktürmeye kalkti, ancak ülkenin içinde Farslar’dan baska ve disari da kollavci bulmadigindan dolayi kisa zamanda yokatildi. Böyleçe Farslar’in ülkedeki kisa dönemli hakimiyetleri bitmis oldu.
Muhamed Nadir (1929-1933), Amanullah kraliginin baslarinda Avrupa’da onun elçisi olmustu, ancak krala karsi yükselen ayaklamalarla birlikte o da elçilik görevini birakip Avrupa’a çekilmis oldu. Amanullah’nin ülkeden çikmasi ve onun arkasindan Sakav oglu Habibullah’in hakimiyete geldikten bir kaç ay sonra ayaklamalarla karsi karsiga kaldigini ögrendikten keyin Ingilizler’in buyrugu ile korumasi altinda, o çaglarda Ingiliz sümürgesi olan Hint üzerinden, ülkeye girmis oldu. Nadir ile kardesleri bir yandan ülkenin güneyinde yasayan Pestunlar’a bir takim imtiyazlar sözü vererek yardimlarini kendine çekip ve baska taraftan da Ingiliz’in mali kollamasini saglayarak Sakav oglu Habibulla’a dört yandan saldiriya basladilar, Habibulla kisa zamanda kendine taslim olmadan baska bir yol görmeyip, Nadir ile iliskiye girdi. Nadir ona eger taslim olursa hiç bir say yapmayacagi ve onu öldürülmeyecgi dogrusunda ant içerek bir Kur’an-i Serif’e kendisi imza edip Habibullah’a gönderdi. Çok saf olan Habibullah da Nadir’in andina inanarak, kendini ona taslim etti. Nadir de onu yakaladiktan sonra, beklendigi gibi, kusbasi gibi dogradi. Habibullah bilmesti ki Nadir’in babalari hep Kur’an-i Kerim’e ant içip ve imza atip, sonra içtigi andi bozmustular. Farslar da bu olayin öcünü almak için hep uygun zaman arardilar, taki 1933 yilinda Nadir bir lise mezunlarinin diploma törenine katilmisti ve bu mezunlardan biri tören akiminda ona saldirarak öldürdü.

M. Nadir’in öldürülmesinin ardindan oglu Muhamed Zahir (1933-1973) onun ornuna ülkenin krali oldu. M. Zahir kral oldugu anda çok genç iken amcalari, onun bu denetimsizligini kullanarak, sira ile birisi basbakan olurken baskasi önemli bakanliklari üstlenerek ülkenin tüm sorunlari ile yönetimini kendi ellerine aldilar. Böyleçe 30 yil amcalari ile amca oglunun etkisi ve gölgesi altina kalan Zahir bir okla iki kus atmak istemis oldu. O, bir yandan kendini amca ogullari ile aile çevresinin gölgesinden kurtarmak ve baska yandan da dünya kamuoyuna kendini bir demokrat kisi olarak göstermek için, demokrasi oyununa girdi. Bu oyundan dolayi ülkede mesrutiyyet* düzeni açiklandi ve ona göre, yasama, yönetme ve denetme organlarinin görev ile is alanlari ve kralin da dokunalmizlik hakkini kuruyarak devletin temsilçisi sifatina anayasaya belirlenmisti. Yasama organi iki meclisten, Meclisi Surayi Milli ve Meclisi Sena, araya gelmisti. Sunundek çikarilan bu yeni anayasada kralin ailesinden basbakan olmasi ile basbakanlik içresinde yer almasi yasaklanmisti. Bunlarin yaninda kamuga parti kurma hakki disinda özel gazete çikarma, gösteri, yigilis gibi demokrasinin ilkeleri tanilan ayrim haklari da bu anayasaya yolundan vermisti. Bu siyasi degisiklikten dolayi kral da kendi aile gölgesinden kurtulmustu ve bununla birlikte, ülkede yapilan seçimler, Kabil’de haftada bir kez çikarilan kaç özel gazete, ayrim dilekler yüzünden sokaklara dökülen ögrençiler, ayrim dünya görüslü örgütlerin kurulusu, . . . dolayi dünyada onun görüntüsü de iyilesmisti.
Iç siyaseti bakimindan, M. Zahir ülke okullari ile yüksek ögretim yerlerini sag ile sol ideolojisinin yandaslarina birakti ve onun tek korkulu rüyasi bu ülkedeki Türkler’in milli uyganisi idi. Bu için o her seyi de kabullanmissa, Türkler’e hak vermeyi bütün gücü ile hep reddetti. Önceki dönemlerde baslatilan Pestu dilini yayma çabalari ile Pestunlar’i türlü yollar ve yöntemler ile G. Türkistan’da yerlestirme siyaseti güçlendirildi. Devlet yöneticileri içresinde, bakandan yazmana kadar, yem ile kayirciçilik en yüksek ölçüde yayilmisti. Sanayilesme ile tarimi yükseltirme ve bunlar için altyapiyi kurma yerine, hep uluslar arasi kuruluslardan kamu adina dilemçilik etildi ve ülkenin pazari disaridan gelen mallar dogrusunda iyesizce açik birakildi, ne milli sanayi yaratildi ve ne de var olani korundu ve yüzyillardan beri ülke isteklerini karsilagan el sanayi de ithal edilen mallar karsisinda issiz birakildi ve bunlara benzer milli olmayan isler gündem konusu olmustu.
Dis siyasete gelince, ülkenin güneydogusu batili ülkelerin ve kuzeyi de Ruslar’in takdirine birakilmasindan dolayi, M. Zahir Afganistan’ni çesitli ideolojilerin güres alanina çevirmisti. Ordunun bir bölümü Rusya ile dogu Avrupali ülkelerde, bir baska bölümü de Amerika ile ayri bati Avrupali yurtlarda ögretim görüyorsa, durum ülkenin tek mülki ögretim merkezi olan Kabil üniversitesinde de çok baskaca degildi. Kabil bir yandan ayrim ideolojik çatismalarla bölgeyi etkileme güresinin alanina ve baska yandan da uyusturucu alisverisi ile ahlaki çöküsün merkezine çevrilme durumuna götürül- müstü.
Yürülüye giren yeni anayasadan dolayi basbakanliktan uzaklastirilan, kralin amca oglu Muhamed Davud (1973-1978), asagi yukari on yildan sonra bir askeri darbe ile M. Zahir’i mat etti. O, kendine kral demeyip ülkede cumhuriyet düzeni açikladi ve böyleçe Afganistan’a krallik dönemi bitmis olmustu. Iste M. Davud, kralin döneminde anayasaya yolu ile verilen sözdeki demokratik haklari tümü ile yasakladi. Bir dünya gezisinin ardindan, o dis iliskilerinde agirligi bati ülkerine koymak istemis oldu. Davud’un bu siyaset degisikligini sezen Rusya, onun isini bittirmeyi düsünerek, solçi ve Moskova yanlisi olan Afganistan Demokratik Halk Partisi’ne (ADHP) bagli ordu mansublarini askeri darbeye buyurdu (27. Nisan 1978), Davud bir kaç aile azasi ile birlikte öldürüldü ve böyleçe ülkede yeni bir kanli dönemin gelis yolu açilmis oldu.
ADHP’nin hakimiyet dönemi (1978-1992) göz yasi ile ayriliklar, kan ile öldürümler, açlik ile gurbet, bozukculuk ile sümürgeçilikler, ve . . . ile belirleniyor. Bu dönemi özellikle üç baskica görebiliriz.
Ilk baskiç, 27. Nisan 1978’de baslanip 24. Aralik 1979’a kadar izlenir. Ruslar’in danismasi ile ülkenin bir korku ve iskence hapishanesine çevirilmesi bu baskiçin en özelligidir. Ruslar yillardan beri bu ülkede besledikleri itleri, bu ülkenin isgali ve kendilerinin yüzyillardan beri gördükleri sümürge rüyalarini gerçeklestirmesi için kullanma çaginin geldigini düsünerek, avciliya biraktilar. Ruslar’in ana amaci ADHP önderliginde yerel yönetimi kullanarak ülkeyi bir yas ve korku evine çevirmek ve sonra bir kurtarici rolunu oynayip, ülkeyi isgal etmek idi. Bu oyunun gerçeklesmesi için yüzbinlerçe kisi yasamini ve milyonlarca kisi de ev ile köyünü yitirmis oldu ve sonucta Rus ordusu ülkeye girdi, böyleçe Afganistan kaygilarinin ikinçi baskiçi baslandi, ki Nor Muhamed Tereki ile Hafizullah Emin bu oyunun bas oyunculari olmustular.
24. Aralik 1979’da Ruslar’in dolayisiz isgali ile Afganistan’da bir kara dönemin ikinçi baskiçi baslanmisti ki bu facianin bas oyuncusu Babrek Karmel idi. O, Rus ordusu ile birlikte ülkeye girdi ve böyleçe bu ülkenin tarihinde bir kara sayfanin nedenlerinden en önemlisi oldu. Bu baskiçta Ruslar’in Afganistan’da yaptiklari tüm incelikleri ile henüz unutulmamistir ve gelecekte de unutulmayacaktir. Yüzbinlerce ölünün arkasindan kalan gözü yasli analar ile genç dol kadinlar ve issiz ve babasiz kalan çocuklar, milyonlarca sakatlanmis yasli ve genç veya da çocuk, evini ya da köyünü birakmaya mecbur kalip gurbet yoluna düsen milyonlarca kisi ve açlik, hastalik ile yoksullukta mahküm kaldirilan yine milyonlarca kisi, bu baskiçin damgasidir. Bu ülkeyi kendi boyundurugu altina alma umudu ile kazanma olanagini yitiren Ruslar, yine dolayli olsa da bu ülkeyi kendi etkisi altinda saklayis için, isgal oyuncularinin degistirdiler ve böyleçe yine bir son baskiç baslatildi.
Rusya B. Karmel’in artik yararli olamayacagini anlayarak, yerine KGB ajanlarindan biri olan Necibullah’i (1986-1992) götürdü. Bu baskiçta çesitli yollardan duruma hakim olmaya çalisildi, ancak günden güne yürütülen Pestunçuluk tuzunu artiran Necibullah, silahli Türkler’in güvenini yitirdigi anda, hakimiyetini de elden vermis oldu. Böyleçe Orgeneral Abdulresid Dostum ile onun birliklerinin rolu essiz ve ölçülenmezdir. Nacibullah’nin hakimiyetten çekilmesi ile, o zamana kadar Pakistn’da bekleyen iste “Mücahitler” ülkeye akin ettiler. Böyleçe yeni bir baska kanli dönem ülkenin tarihinde baslanmis oldu. Iste Necibullah, “Taliban” döneminde bir kardesi ile birkikte Kabil’de asildi.
Necibullah hakimiyetinin sona ermesi ardindan yillardan beri koltuk ile makam özlemine yanan sözde “Mücahitler” Pakistan’dan Kabil’e akin ettiler. Bakanliklar, devlet yönetiminin idareleri, özel ve kamu varligi kumandanlar ile yandaslari arkali talan edildi. Ayrim silahli kumandanlar, Kabil sokaklarini kendi ganimetleri olarak, aralarinda paylasmaga basladilar. Böyleçe tüm ülkede yeni bir koltuk ile makam ve kendi etki alnini genistirme savasi otlandirildi. Bir yandan ganimet toplama ile özel çikarlar ve baska yandan da, o zamana kadar ortak yagi tanilan isgalçi Rusya’ya karsi savas örtüsü altinda gizlenen milli sorunlar, yüze çikmaya basladi. “Mücahitler”i o güne kadar, kendi belli amaclari için, mali ve manevi yardim eden ülkelere, basta ABD olmak üzere, bu durum saskinlik yaratmis oldu. Kendi yardimi ile büyütüp besleyen partilerden bekledigi sonucu ve umdugu ilgiyi görmeyen ABD, bir okla iki kus vurmayi tasarladi. Bir yandan “nankörlük” eden Afganistanli “Mücahitler” den öç almak için ve baska yandan da, Afganistan ile ona komsu ülkelerde, bati dünyasi ve özelikle ABD bakisindan gerekli oldugundan fazle yükselen Islami duygularin önünü kesmek için, CIA yeni olanaklari düsündu. Baska bir sözle, dogu ideolojisine karsi savasta bati ideolojisini yandaslari tarafindan en etkin ve kesici arac tanilip ve genis ölçüde yardim verilen ve kullanilan inanç duygulari, bu ideolojinin çöküsü ile artik yararsiz ve gereksiz oldugu duyuldu ve onun önünü kesmek için yollar düsünülmeye baslandi.
Yukaridaki amaca erismek için Pakistan’nin istihbarat dairesi bir yandan o ülkenin kökten dinçi partileri ile milletçi örgütlerinin yardimi ve baska yandan da CIA’nin mali ve manevi destegi ile, Pakistan devletinin yurtdasi olan Pestunlar ile o yurtta yasayan Afganistanli Pestun kökenli siginmacilari örgütlemeye basladi. Bu taslagin sonucu “Taliplar” adini tasiyan bir örgütün Pakistan istihbarat dairesinin kilavuzlugunda bol silah ve pare ile o ülkeden Afganistan’a gönderilmesi idi. “Taliplar” örgütünün üzerinde karisik amaclara erisme tuzagi kurulmustu.
Bu örgütü yaratan ve onun yasama geçisine büyük mali destegi olan CIA’nin ana amaci, bir yandan ABD’den koparak baska güçlere yönelen “Mücahitler”i bir yeni dini örgüt ile ezip ülke siyaseti alanindan çikarmak ve baska yandan da Islam inancina dayanmis, böyle bir asiri dinçi ve hiç ahlaki kural tanimayan, örgütün bu ülkenin hakimiyetine götürülmesi ile ülkede binlerçe kisinin ölüdürülmesi ile çagdisi baskilar altina alinmasindan dolayi, Islam’i yalnizca Afganistan’da degil belki de dünya kamuoyuna da karalamak idi. Böyle bir olaydan sonra, ABD kurtariçi olarak Afganistan’ni isgal edip ve bunun ardindan da Türk Cumhuriyetler’inde bulunan dogal bayliklari, basta Rusya olmak üzere, bölgedeki güçlerin etkisinden korumak için, askeri birliklerini bu cumhuriyetlere kondurmak dilemisti. Bunlarin yaninda CIA için, “Talipler” ayrim Arap kökenli ve Arap olmayan müslüman gelismis ülkeler ile agir sanayi iyesi olan batili ülkeler arasinda büyümekte olan ekonomik ile sanayilesme uçurumu ve ABD’nin sümürgeçiligi ile barbarligina karsi günden güne artan ve güçlenen dini örgütleri taniyip, tescil etmek yoluna en iyi tuzak olarak yaratilmisti.
ABD’nin yaninda, bu örgütün araya gelmesi yolunda en önemli rol oynayan, Pakistan ile Arabistan ve baska Arap emirliklerinin beklentileri de az degildi. Örnek olarak Pakistan’da, o ülkenin milletçileri ile asiri dinçi örgütleri, yaptiklari çabalarindan dolayi kendilerinin zeferi ve yurtlarinin büyüme düsünü gördüler ve Afganistan’i kendilerinin bir vilayetleri sifatina saymaya basladilar. S. Arabistan ile baska Arap emirlikleri de bir yandan Vehhabilik yolunun Afganistan’da yayilmasi olanagini ve baska yandan da bu ülkeyi Arap milletçilerinin örgütlenme yeri ve tehlikeli durumlarda da siganagi olacagini düsünmüstüler.
Koyulmus bu tuzaklari bilen ya da bilmeyen Pestunlar, milletçisinden milletsizine kadar ve solcusundan sag ve dinçisine kadar hepsi birlikte, tehlikeye düsen hakimiyetlerini kurtarmak umudu ile “Talip”lere siki sarildilar. Böyleçe, Islam inanci adina Pestun milletçiligi tüm gücüle yürütülmüs oldu ki sonucta on binlerçe Türk bu oyunun kurbani edildiler. Bu oyunlardan habersiz kalan bir takim müslüman Türkler, çesitli ülkelerden, saflikla kendi yasamlarini baskalarin milli amaci için yetirmis oldular. “Talip”ler en kisa zamanda ABD’nin öngördügü tasariyi, on binlerçe kisinin öldürmek, binleçe kisinin asilmak ya da basini kesilmek, binlerçe ellerle ayaklarin kesilmek ve ülkeyi tam anlamda bir iskence ve asaglama yurduna çevirmekle, en iyi gerçeklestirdiler.
Pakistan’nin yönetiminde bir darbe ile götürülen degisiklik, “Talip”lerin bundan artik gerek olmadigini ilk açik simgesi idi. Ancak, onlari artik oyun alanindan çikarip atmak ve Afganistan’i ABD tarafindan “kurtarilmasi” için bir büyük nedeni beklemek gerekirdi ki bu neden de, gerçek yapanlari bugüne kadar belli olmayan, 11 Eylül olayi ile yaratilmis oldu. ABD’nin yönetimi bu olayin faili sayilan Bin Laden’nin ülkesi ve pare kaynagi olan S. Arabistan yerine, Afganistan’a saldirdi. Bu isgala birlikte bölgeyi dogrudan kendi askeri etkisi altina almayi, en azi bugüne kadar, basarmis olmaktadir. Böyleçe Sovyetler Birliginden sonra, bu kez Afganistan ABD’nin isgalina ugradi. Vasington’nun Karmel’i tanilan CIA ajani Kerzayi bu kanli, iskenceler dolu ve sümürgeçilikle sonuçlanan tiyatronun basoyuncusu sayilir. Kendi isgalci amacini örtmek için, ABD yönetimi, bu oyuna ayri batili ve dogulu ülkeleri de sokmustur.
_____________________________
* Abdalilar, kendi kökenlerine bakildiginda, Ak Hunlar’dan sayilirlar ki tarihte onlara ayri kaynaklar Eftalit veya Yaftali ya da Aftali deye yazmislar.
** Su çaglarda ana Türkistan bir emirlik ile iki hanliktan araya gelmis üç merkezin idaresi altinda bölünmüstü. Bir yandan bu bölünmeden dolayi sonuçlanan güçsüzlesme ve baska bir yandan da ayrim vilayetler ile bölgelerde oradaki teginler ve beyler ile hanlarin merkezi yönetimden özgürçe hakimiyeti kendi ellerine alarak kamuyu sümürmeleri, bölgeyi Ruslar ile baska sümürgeçi güçlerin saldirisina uygunlastirmis olmustu.
* Bir hükümdarin baskanligi altinda millet meclisi ile idare edilen devlet düzeni.

Kaynaklar :
a) Almanca :
1. Auboyer J. u. Darbois D.: Afghanistan und seine Kunst, Prague 1968.
2. Baktrisches Gold : Institut für Archäologie der UdSSR (Moskau), Nationalmuseum Dem. Rep.
Afghanistan (Kabul), Leningrad 1985.
3. Grevemeyer, Jan-Heeren: Afghanistan, VWB-Verlag für Wissenschaft und Bildung, Berlin 1990.
4. Hayit, Dr. Baymirza: Turkestan im Herzen Euroasiens, Studienverlag Ertay Hayit, Köln 1980.
5. Häusler, A.(Übers.): Kunst der Kuschan, VEB-EA. Seemann Verlag, Leipzig 1979.
6. Hostler, Ch. W.: Türken und Sowjets, Alfred Metzer Verlag, Frankfurt a.M, Berlin 1960.
7. Mann, G. u. Heuß, H.(Hrg.): Weltgeschichte, in 10 Bände, Propyläen Verlag, Berlin / Frankfurt
a. M 1962, Bd 2, S. 158 ff.
8. Masson, W.: Archäologische Denkmäler Afghanistan und die Geschichte des Landes im Altertum,
in: Afghanistan, Vergangenheit und Gegenwart, Akademie der Wissenschaften der
UdSSR, Moskau 1981.
9. Sarianidi, W. J.: Die Schätze des Goldhügels Tillja-Tepe, in: Wissenschaft und Menschheit, Verlag
Snanija (Moskau), Urania-Verlag, Leipzig, Jen, Berlin 1983, S. 65-80.
b) Farsca:
1. Alimi, Sayid Mansur: Buhara gehware-yi Turkestan, Merkeze Nasri Islami-ye Sebor Pisavor
1996.
2. Gobar, Mir Gulam Muhemmed: Afghanistan der mesiri tarih, merkezi nasri inqilab, çapi çaharom,
1368 HS.
3. Ferhang, Mir Muhemmed Sidik: Afghanistan der penc karni ahir, colde 1, Kum 1371 HS.
4. Ferruh, Sayid Mehdi: Tarih-i siyasi-ye Afghanistan, nasir Ehsani, çapi dovum, Kum 1371 HS.
5. Kandahari, Gulam Murteza Han (Tercuman): Sefername ve Hatirat-e Amir Abdul-Rahman Han
Padisah-e Afghanistan, be kosisi Iric Afsar-e Siyistani,
Muasisayi Intisarati ve Amuzesiyi Nasli Danis, Tehran
1369 HS.
6. Katibi Hazara, Mulla Feyiz Muhemmed: Sorac-al tavarih, colde 1,2, Muassisayi Tahkikat ve
Intisarat-e Belh, Tehran 1372 HS.
7. Mir Abedini, Dr. S. A.: Belh der tarih ve adebi Farsi, nasri Soduk, çapi avel, 1371 HS.
C) GEÇEN YÜZYILDA ORADAKI TÜRKLER’IN DURUMU

Nadir Avsar’nin (1734-1747) öldürülmesi ardindan çikan olaylar G. Türkili’nde yasagan Türkler’nin durumunu da her yönden degistirdi. Onun sarayinda beslenip, Türkler’nin yönetim ilkeleri ile ordu düzenini iyiçe ögrenen Abdalli Ahmet Han (1747-1772), Türkler gibi büyük kaganlik kurma istegi ile, Kandahar’da kendi kralligini açikladi. Onun ana amaci doguya yönelik Hint yarim kit’asi olsa da, yine bu istege erismek yoluna yaptigi büyük savaslar ile talanlar harcamasini saglamak için kaynak arayisinda olmustu. Bu açidan bakildiginda, G. Türkili kendi bayliklari ile maddi olanaklari yüzünden onun için önemli bir kaynak sayilirdi. Su yüzden da 1751’ci yilda ilk kez Ahmet Han’nin ordusu bu bölgeye saldiriya geçti ki bu saldiri sonucunda G. Türkili agir vergi ve harac ödemeye tabi tutulmus oldu. Ancak, yerli begler ile etkili hanlar sömürgeci devletin durumuna göre, ona karsi tavir koymaya çalistilar. Demek, baskincilar güçsüz olanda vergi ile harac ödemeyip, ters zamanlarda ise agir ödemeler yapip kendi yasamlarini sürdürmeye çabalanmislar.
Ancak yukarida söylenen durum Abdurahman’nin (1880-1901), Ruslar ile Ingilizler’in anlasmalari ardindan, kral olmasila birlikte kökten Türkler’in zararina degismis ve yeni bir dönemin baslangici olarak bu bölge tarihinde yeni bir kara sahifeyi açmistir. Genç yaslarina Türkili’ye gelen ve bundan dolayi bu bölgenin cografi konumu ile yerli kisilerinin yasam biçimi ile gelenekleri ve toplumsal kosunlari ile iliskilerini iyice bilen Abdurahman, Türkler ile Hazaralar’a karsi açtigi savaslarda, on binlerçe Türk ile Hazara kanini dökerek sözün tam anlaminda bu uluslara karsi soykirimi yapmistir.
Ahmet Han’nin saldirilari ile baslanip, Abdurahman’nin hakimiyetine kadar süren ilk dönem ile onun kralligi ile baslanan ve bugüne kadar izlenen süreçte, Pestunlar arkali Türkler’den kesilen baslarla akitilan kanlar ne sayila ve ne de ölçülebilir. Bizim amacimiz, bu dönemlerde Türkler’in dökülen kanlarila kesilen baslari ve su gibi bundan dolayi akan göz yaslarila tutulan yaslari ve söylenen agitlarila çekilen kaygilarinin yazmak veya da anlatmak degil, belki de bu baskinlar sonucunda Türkler’in yasaminda ortaya gelen kayiplarin çesitli boyutu ile etkilerini özetleyerek göstermektir.
Ancak, bu özetlere girmeden önce, baska bir gerçegi de göz önünden geçirip eslememiz gerekir, demek ki G. Türkili ulusunun çekmis oldugu bu acilari ile geçmisten bugüne kadar yasadigi baskinci kosunlar yalniz bu ülkenin içinde olupbitenlerin sonucunda araya gelmeyip, belki de Avganistan sinirlari disinda ve ondan binlerce kilometre iraklarda yerlesen baskentlerde gerçeklesen olaylarla yazilan anlasmalar da bu duruma büyük yardimci olmustur. Öyleki biliyoruz, Avrupa’lilar arkali “ortaçag” adi ile tanitilan dönemin ardindan bu ki’tada araya gelen “yeniçag” akiminda, ayrim Avrupali ülkelerde sanayilesme devrimi gerçeklesmisti. Sanayi bakimindan gelismis bu ülkelerde üretim bir yandan ucuz olurken baska yandan da çok kolaylasmis ve bundan dolayi ekonomi de hizla ileri gitmis. Bu gelismeler yüzünden el ile üreten isyerlerinin ornunda büyük üretimevleri ortaya çikmis. Üretimin hizla gelismesi ile ölçü bakimindan büyümesi ve sanayilesme akiminin aksamadan kalkinmasi ile yükselisinin korunmasi yolunda ilk adim büyük tüketici pazarlari ile ucuz veya da emeksiz hammadde kaynaklarinin aranisi olmustur. Böylesine Avrupa’da, bu ile buna yakin baska amaclara erismek isteyen bir kaç büyük sömürgeci, yeni ve daha etkin bol silahlar ile savas araçlari bulunan, güç araya gelmis oldu. Yeni teknolojiye iye olan bu devletlerin gözü en çok Türk topraklari ile Türkler’in idaresi altinda olan bol dogal kaynagi bulunan bölgelere dikilmisti. Bir yandan, sanayilesmis Avrupa’nin – özellikle Almanya’nin – çok boyutlu yardimi ile yeni ortaya çikan Rus sömürgeci devleti, Türkler’in sanayilesme ile yeni teknolojiyi yakalaya bilmediklerinden dolayi ortaya çikan boslugu kullanarek, adim adim Türk topraklarini isgal ederek Amu-irmagi’nin yanina kadar gelmisken, baska yandan da Ingiliz sömürgeci devletinin ordusu, Türkler’in idaresi altinda olan Hindustan’a kadar ilerlemisti. Böyleçe Avganistan bu iki büyük sömürgeci devletin arasinda bir duvar olarak kalmis oldu. Özellikle Ingilizler Kabil yönetimini, kah onlara karsi güç kullanip ve kah da rüsvet vererek, tam anlamda kendi etkisi altinda almisti. Yukarida adi alinan bu güçler, Pestunlar’in bir bölümünü o çagin Hindustan’ninda ve bir baska yarisini da Avganistan’da yasdigindan dolayi, bölgedeki sömürgelerini uzun süre saklayis amaci ile, bu ulusun kökü ile toplumsal biçimi, dil ve geleneklerini arastirmaya basladilar. Böylece Pestunlar’a bir milli kimlik ve bir de yazili dil yaratmayi basardilar. Bu basari sonucunda, bu topraklarin gerçek iyesi olan ve binler yildan beri onun korumasi yolunda kanini döken ve kendi milli kimligi olan Türkler ezilip ve zengin dillerini de öldürmek amaci ile bogmuslar. Bu ülkede yasayan Türkler’in geçen yüzyil içinde yitiren en önemli degerlerinin özetleri:

1- Özerklik ile Özgürlük Alaninda
Yüzyillardan beri büyük Türk devletlerinin gölgesinde, kendi ana yurtunda özerk yasayan buradaki Türkler, onsekizinci yüzyilda baslanip yavas yavas büyümüs yad baskisinin sonucunda, yirminci yüzyilin baslanisila Kabil yönetiminin dolaysiz idaresi altinda kalmis oldu, böylece her bir özgürlügü seven ve özgürce yasayan ulus için en önemli ve essiz deger ve yasamin özü sayilan siyasi özerkligini bütünüle yitirdi. Her bir birey ve kisi oguluna tanridan verilmis ve onun hamuru ile yogrulmus özgürlük ve bagimsizlik duygusu ile erk yasamanin dilegi ya da onun varliginin özü ne ölçüde degerli ise, siyasi bagimsizlik da her bir ulus için o ölçüde önemlidir ve gerekli sayilir. Baska bir deyisle, siyasi bagimsizlik bir ulusun tüm erkligi, özgürlükleri ve ulus olarak varligini ayaga tutan saglam taban ile essiz ve denksiz degeri ve uluslugunun özüdür.
Geçmisten ögrendigimize göre, kendi bagimsizligini yitiren bir ulus yavas yavas yillarca yasatmis ve ona degerli olan ve onun kimligini yaratan gelenekleri ile töreleri, ana topragi ile onun bayliklari, dili ile diline bagli yaratilmis degerleri ve sözün kisasi onun ulus yapan özü ve geçmisi ile gelecegini de elden verir. Bagimsiz veya da en azi özerk olmayan bir ulus artik ulus olarak kalmayip, belki de öd (= vakit) akiminda kendi yurtunda tutsak kalan bir azinliga çevrilir. Bu yurtun Türkleri, yukarida söylenen nedenlerden dolayi, asagi yukari yüz yildan beri tutsaklikta yasamaktadir. Bu tutsaklik ile sömürge altinda kalma kosullari, onun kimligi sayilan ulusal varligi ile ona bagli bütün duygulari ile algilarini da ezmektedir. Yineden ulus olmak ve tam anlamda ulusal kimligini kazanmak için bu Türkler’in özgür ve bagimsiz olmalari gerekir, ancak bu ülkede yaratilan siyasi durum bir yandan ve uluslar arasi kosullar baska yandan onlarin bu amaca erismelerine hiçte uygun degildir. Baska bir söylenisle Avganistan’nin, CIA ile baska gizli kuruluslarin yillarca süren uzun uzun ve izi kesilmemis arastirmalari ile çalismalarina uygun yazilan bir taslak sonucunda, ABD’nin sömürgeci, saldirgan, ezici, asagi, baskinci ve uygarliksiz devleti ile onun yandaslari arkali vahsice isgala ugrayisi ile ortaya çikan süreçten beri, bu ülkenin gelecekte ilk adimda -siki bir merkezi yönetim yerine- kendine özerk bölgelerden yaratilmis bir siyasi yapiyi almasi, o yurtta yasayan Türkler için en önemli ve degerli sayilir. Türkler ile bu ülkede yasayan baska uluslarnin bu hakli ve dogal istegi, komsu ülkelerle Avganistan sorunlari ile ilgilenen bir takim baska ülkeler ile çevrelernin, bu düzenin kendi yurtlarina köçürülebilmesinin korkusundan, dolayli veya da dolaysiz etki ve baskilari yüzünden bugüne kadar gerçekllesmemektedir.

2- Toprak Alaninda
Özerkliginin saldiriya ugramasi ile birlikte G. Türkili’nin topragi ile dogal bayliklari da yatlarin talani ile saldirisi altinda kaldi. 18’ci yüzyilin ikinci yarisinda, Ahmet Han’nin bu bölgeye karsi baslatigi saldirilarinin ardindan, ilk kez Pestunlar (=Avganlar, Afganlar, Petanlar), isgalci güçün sömürgeci çikarlarini koruma amaci ile, o çagin Hint yarim adasindan sayilan ve bugünlerde Pakistan adini tasiyan topraklarindan götürülüp G. Türkili’nin topraklarinda yerlestirilmisti. O çaglarda baslatilan bu siyaset, ayrim aksamalar ve çesitli hizlarla, bugüne kadar kah gizli ve kah da açikça izlenmektedir.
Pestunlar’i sinir disindan tasiyip Türk topraklarinda yerlestirme siyaseti yirminci yüzyilin baslanisila özellikle hiz kazanmis oldu. Yerli ulusun arasinda baska dil, gelenekler ile töreler çevresine bagli kisileri disine kadar silahlandirip yerlestirme siyasetin yürülüge koyulmasindan sömürgeci merkezi devletin ana amaci, yerlilerin onlara karsi olabilen ayaklamalari ezmek idi. Türkler’in binler yil önceden veya baska bir sözle belli olmayan geçmis çaglardan beri kendi yurtundaki, üzerine isledigi ve alin teri dökdügü, önemli ve verimli topraklari elinden çalarak çok uzaklardan ve üstelikle sinir disindan götürülen kimselere verilmesinin yollari çok yanli ve çesitli idi. Bir kralin yönetim döneminde yer üzerine koyulan vergi orani o kadar yükseltirilmiski yer iyesinin beli vergi yükünden bükülmüs ve onu ödeyebilmes duruma düserek iyesi oldugu yerden vazgeçmis olmus ve topragini sömürgecilere birakmis. Sunundek yine bir baska kralin döneminde bilerek vergiyi yer ürünü ornunda, o çaglarda çok az bulunan, akçaya çevrilmesinden dolayi da yer iyeleri, demek yerli Türkler, devletin Türkili’ye gönderdigi memurlar ile yöneticileri arkali da sözün tam anlaminda vahsice yagmalanmistir. Avrupa’li ve ABD’li kayiricilarinin buyrugu ile yillardan sonra Avganistan’a gönderilen eski kral M. Zahir’in kirk yillik kara döneminde yukarida söylenen durum daha hiz kazanmis olmustu. O, kadastro islemini yürütme ve eski tapulari yeniden sicileme adina, Türkler’in yerini tapuda yazildigindan çok deye elinden çalip bir bölümünü Pakistan’dan götürdügü ve “nakil-geçiren” adi verdigi Pestunlar’a ve ondan kaldigini da devletin emekli olan memurlari ile ordu emeklilerine emeklik karsiligi adina vermisti. Böylelikle Türkili’nin bütün kentleri ile köylerinde en çok verimli ve suyu bol olan yerler Türkler’den alinip Pestunlar’a, o da Avganistan sinirlari disindan götürülen Pakistan’lilara verildi. Tüm Türkler baskin ve talanlarla silahsizlandirilirken, bu “nakil”ler yeterlice silahlandirilmistilar. Olar devletten aldiklari silahlar ve devletin gönderdigi yönetimi ile askerlerinin katkisila kendileri ve çaldiklari yerler ile yagmaladiklari mallari ve bayliklari korumaya çalistilar. Baska bir deyisle devlet onlari gönderdigi yerlerde ve olar da devleti sömürdügü topraklarda çok yönlü olarak koruyurdu.
20’ci yüzyilin 60’ci yillarinda G. Türkili’nin kentlerinden biri ve benim dogum yerim olan Serpil’de, su eski kral denilen haydutun döneminde, yay aylarinin bulutlu, hafif yagmurlu ve ilik günlerinden birinde, Cuma namazindan sonra camiden çikarken su caminin avlusunda Muhammadkul adli bir Türk’ün yastan dolu gözlerle basindan bas sargisini alarken “ey ini agalar (=kardesler) bizleri Avganlar öldürdüler, tanri adina destek olun, . . .” deye bagiran kaygi ve yaslar dolu sesi hala da kulaklarimda. Bu kanli olay Serpil kentinin Bugavi adli kislaginda (=köyünde) olmustu. Bu kislakta da tüm Türkili yörelerinde oldugu gibi Türkler arasinda sokulan Avganlar’dan, Ishakzayi urugundan olan Muhammad Ekber adli birisi, kendi yeri üzerinde öküzleri ile topragi sürmekte olan bir Türk’e yerini terk edip ve bu topraklari ona birakmasini olmasa da onu öldürecegini söylüyor. Silahla gözdagi verilen bu Türk kendi yakinlarini yardima çagiriyor. Onun destek çagirisi üzere olay yerinde toplanan silahsiz Türkler’e M. Ekber Ishakzayi elindeki silahla ates açiyor ve göz açip kapayinça alti suçsuz, silahsiz ve kendi topragini elden vermek istemeyen Türk’ün kanini döküyor. Bu olaganüstü duruma ugrayan ve korkunç olaydan sag kalanlar da olayin oldugu yerden silah atesi ile uzaklastiriliyorlar. Türkler’i öldüren M. Ekber Ishakzayi ile onun yakinlari böyle bir büyük olayin yüzünü örtüp izini yok etmek için ölüleri olay yerinden baska bir yere götürüp petrola yakiyorlar. Ölenlerin ailesi yakinlarinin öldürülmesi ve topraklarinin gaspi suçundan M. Ekber Ishakzayi karsisina devletin yetkikli kuruluslarina dava açiyorlar. Yerel yetkililer Türkler’in sizlanmalarina kulak asmayip onlari devlet idarelerinden döverek kovsalar da, yine Türkler yukari kuruluslara bas vurmadan ve kendi haklarini yasal yollardan arayip savunmadan bikmadilar. Olar, devletin türlü yetkili idareleri ile sorumlu orunlarinda yillarca bekletilen ancak kimseden yasal yanit alamayan, davalari ile bas vurularindan sonra konuyu adalet istegi ile ülkenin en yüksek orunu ve son yetkili kisisi tanilan, olaydan bilgisi olduguna karsin kulaklarina pamuk tikip suskun kalan, irkçi ve adaletsiz kral M. Zahir’e de sundular. Türkler’in yillar süren çabalari ile izi kesilmeyen bas vurulari sirasinda, olayi inceleme amaci ile, onlarca kurul ve adli tip uzmanlari Kabil’den Serpil’e gelip gittiler. Bütün bu incelemeler ile sorusturmalar sonucunda, Türkler’i öldürüp yandiran M. Ekber Ishakzayi ile birlikte onun öldürüp yandirdigi kisilernin ailesinden de bir kaç kisi yargilanip özdes hapise mahküm oldular. Öldürücü M. Ekber Ishakzayi ile onun öldürdügü Türkler’in ailesinden, kendilerinin suçsuzlugu ve magdurluklarina ragmen, mahküm edilen kisiler ayni cezaevinde kaldirilmistilar. Türkler bir yandan açlik ile yoksuzluk ve baska yandan dan devlet yönetimi arkali kendilerine yapilan iskenceler acisini çekerken, onlarin yakinlarini öldüren kisi ise kendine özel hizmetçi ile asçi tutup, süslü yatakta kalip, mahkümlerin sözü geçen temsilcisi olarak yasam geçirmisti. Eski kral M. Zahir döneminde, o ile onun kurdugu düzenin ve yürüten yönetimin, Türkler’e karsi adalet anlayisi nitekim de böyle idi.
Yukaridaki olay, son yüzyilin içinde Türkler’e karsi yapilan binlerce adaletsizlik ile haksizlik ve unutulmaz aci gerçeklerden, yalnizca bir küçük örnektir. ABD’nin sömürgeci ve uygarliga karsi isgalina ugrayan Avganistan’da, CIA’nin dolaysiz yönetiminde, kurulan Kerzayi hükümeti ülke disindaki beylerinin buyrugu ile, bugünlerde su eski kral denilen hayduta disaridaki beylerine yaptigi hizmetler karsiliginda “millet babasi” takma adini vermek isteyor.

3- Dil Alaninda
Ulusu ulus yapan, ona kimlik ile kisilik veren, onun en büyük ve essiz degeri sayilan kurum, kendi ulusal dilidir. Dil yalnizca kisiler arasi anlasmayi saglayan bir arac olarak kalmayip, belki de o dili konusan kisilerin geçmisten bugüne kadar yaratigi bütün yazilmis ve yazilmamis edebi bayliklari ile türetigi tüm sanat ve manevi degerleri, töreleri ile gelenekleri, binler yil akiminda gerçeklestirdigi denemeler sonucunda kazandigi bilgileri ile yasam algilari, inançi ile dünya bakis kavramlari ile birlikte bireyler ile toplum arasi iliski ve baglari ulastirabilen kurallari ile düzeninin yansitan, algilayan ve ölümsüzlestiren arac ve tasiti da sayilir. Ölen veya da öldürülen bir dil ile, o dille konusan bir toplulugun, binler yil içresinde yaratigi degerler ile yukarida özetigimiz kazandiklari bütünlükte ölmese bile, yavas yavas yokalip unutulacaktir.
Çingiz Han’nin ölümünden sonra, onun ogularindan biri olan, Çagatay Han’nin payina düsen topraklarda konusulan ve yasatilan Türkçe sonralar kendine Çagatazça adini almisti. Yillarin akiminda, Türkçe’nin bu agizinda demek Çagatayça’da, ayrim Türk illeri ile kentlerinde Türk ozanlari ile bilginleri yüksek degerli ve essiz eserler yaratmistirlarki Sekkaki, Lutfi, Harazmi, Yakini, Mukimi, Furkat, Gülheni, Mesreb, Sufi Alayar, Babur, Nevayi ve . . . onlardan yalnizca bir kaç örnektir. Bunlardan Mesreb, kendi dünya bakisi ile ayrim düsncelerinden dolayi, bugünkü Mezar-i Serif’in illerinden biri olan eski Balh kentinde asilmissa, Babur Kabil’de sonralar Hint yarim adasini da kapsayan kagaligini kurmus ve Nevayi ise Hirat’ta, Sultan Husayin Baykara döneminde, çesitli çaglarda üstlendigi valilik, bakanlik ve basbakanlik görevleri yaninda yaratigi siir ile edebi eserleri ve sanati ile üretigi siyaseti, yaptigi veya da yönetigi kamu kurumlarindan dolayli yalnizca o dönemin baskenti olan Hirat’ta degil, belki de tüm bölgede kendi krallik tahtini kurmustu. Emir Aliser Nevayi yazdigi siirleri- hem sayi bakimindan hem de siir sanati bakimindan- ile essiz edebi eserlerinden dolayi Çagataça’da yazan kisiler arasinda en büyük sair ve yazardir. Onun dönemi siir, edebiyat ve türlü sanat dallarinin yükselisi, yayilmasi ile özendirilmesi yüzünden bu alanlarin yeniden dogus dönemi olarak tanilmistir.
Yukarida küçük örneklerle özetigimiz gibi, binler yildan beri Türkler’le onlarin dili olan Türkçe’yi kendi bagrina basip, koyununda besleyip yasatan ve özellikle Türk uygarliginin da en eski ve degerli besiklerinden biri sayilan bu topraklarda, Türkler gibi dilleri de geçmis son yüzyilda iki yad dilinin çok boyutlu baskisi ile sikistirmasi altina kaldirildi. Bu iki dil Pestu ile Fars dilinden baskasi degildi. Bu iki dilin Türkçe üzerine koydugu, çok yönlü ve can alici, baskilari ile etkisinin akisi ile yaratigi sonuçlarini, kisa olsa da, göz önünden geçirmek isteyorum.
Avgan, Afgan, Pestun, Petan, . . . adlari ile tanilmis ulusun dili olan Pestuça, kökeni bakimindan, Hint-Avrupa dilleri ailesinden sayilir. Öz sözlügü ile dil düzeni bakimindan “eski Farsça”‘ya dayanan ancak Türkçe, Mogulça, Arapça ile Hint dillerinden de cogu sözleri kendine katan bu dil, 20’ci yüzyildan önceye kadar, çogunlugu göçebelikte yasamakta olan Avganlar’in yazili geçmisi ile edebi kalintisi olmayan konusma dili idi. Baska bir deyisle, günlük yasamin ilk gereklilerini karsilayabilmek için kulanilan ve çok az sözlere iye oldugundan dolayi da anlatim gücü çok az ve yetersiz olan bu dil kusaktan kusaga yalnizca konusularak tasilmisti. Böyle bir basit ve hiç bir yazili geçmisi ile kaynagi olmayan dile yeni kimlik ile yazili yapi vermek için güçlü bir kurumun gerekligi kaçinilmaz idi. 18’ci yüzyilin ortalarinda kurulmus bir Avgan devletinin varligi ile bu olanak saglanmisti, ancak bu eylemi gerçeklestirmek için daha beklemek gerekti.
Ilk kez, Emir Ser Ali döneminde (19’cu yüzyilin ikinci yarisinin ortalarinda), bu dili resmilestirme ve devletin dili yapma yoluna ilk adim atilmistir. O, askeri alanda subaylarin basamaklari ile bu bölümde kulanilan buyruklari Pestuçalastirma’ya çalismisti. E. Ser Ali’den sonra, yine Emir Amanullah (1919-1929) kurdugu “Pestu Mereke/Pestu Yigilisi” adli kurum ile bu dili resmilestirmeyi devletin siyasetine girdirmis oldu. Onun ardindan, Ingilizler’in yardimi ile Kabil sarayina kavusan, Muhamed Nadir (1929-1933) ise bu siyasetin uygulamasina özel özen göstermek için, Muhamed Gül Mühmend adli bir fasist kisiyi, sinirsiz etki ve büyük olanaklar ile, Pestu dilini tüm ülkede yayma görevine atandirdi. Bu fasist, Muhamed Nadir’in öldürülmesinin ardindan kraliga erisen oglu Muhamed Zahir’in (1933-1973) döneminde de görevinde kalmisti. 1932’ci yilda “Tanzimiye Baskani” adina Kandahar’a gönderilen M. Gül Mühmend, sonralar su görevle G. Türkili’nin baskendi konumunda olan Mezar-i Serif’e atandi. Türkçe el yazmalari ile baska yayinlanmis eserleri kimi kez pare karsilignda satin alarak ve kimi kez de güç kulanarak toplayip yakmak, Türkili’ndeki kentlerle illeri ve ilçeleri ile kislaklarinin/köylerinin Türkçe adlarini Pestuça adlara çevirmek, Pestu diline verdigi yeni adlari kulanmayanlara agir pare cezasi kesmek, çok eski geçmisi ve çok degerli ve essiz tarihi kalintilari olan Balh kentinde Türkler’le iliskili tüm yazili yapitlarla mezar taslarini bozup ortadan kaldirmak, Türkler’i öldüren Avganlar’a pare veya da giyisi bagislamak, binlerce Türk ailesini kendi ana yurtundan ve hisim ile yakinlarinin çevresinden koparip tutsak gibi assiz ve susuz- omuzlarina döverek- yüzlerce kilometre uzaklardaki Pakistan sinirlarina yakin olan güney vilayetlerine gönderilmesi ve onlardan çogunu yolda aslik ile susuzluk ve yorgunlukla arginliktan ölümü, Türkler’in yerini gasp eterek Avganlar’a vermek, Türkler’e hakaret ve iskence etmek ve . . . bu Muhamed Gül Mühmend denilen alçak ve asiri bagnaz fasistin, Türkler’in özdek ile tinsel varliklarina karsi, yaptigi yüzlerce utanç verici eylemlerinden bir kaç küçük örnektir.
Tüm ülkeyi Avganlastirma, Avgan dilini ya da Pestu’yu resmi ve devlet dili yapma alaninda yavas yavas ve çok özenle yürütülen siyasete, özellikle 1932’ci yilda Almanya’da Nazi rejiminin ortaya gelmesinden sonra, açikça hiz verildi. Dönemin krali, Muhamed Zahir’in 1937’ci yilin 3’cü Mart tarihli buyrugu ile Pestu dili ilk kez Farsça yaninda devletin resmi dili olarak açiklanip, tüm devlet islerine görevli kisilerin de üç yil içinde bu dili ögrenmeleri istenildi. Bir kaç yil önceye kadar kendini Yahudi kökenli tanitan Avganlar/Pestunlar birdenbire öz degistirerek Ari kökenli oldular. Artik, yalniz dil alaninda degil belki, toplumsal yasamin tüm boyutlarinda Ari irkinin özlügü ile üstünlügü ve Ari irkindan olmayanlarin da asagi ve bu topraklardan olmadiklari ileri sürülmeye baslandi. Sözün kisasi Ari irkçiligi resmi olarak devlet siyaseti oldu. Bu irkçi ve Ariçilik fasizmine dayanan siyaset bugüne kadar, bu ülkenin yönetimine gelen, bütün hükümetlerde devlet siyasetinin ana konumunda yer almistir. Yeni dogmus bu özsaygiya dayanan irkçi siyaseti eyleme koymak için yapay ve güncel sorunlari yanitlayabilen bir dilin gerekligi duyulmustu. Bundan dolayid devlet arkali, olaganüstü büyük bütçe, yeterli uzmanlar ile “Pestu Tolene/Pestu Toplumu” kuruldu. Bu kurum, Arap alfabesinin temelinde ayrim degisgklerle, bu dile uygun bir alfabe çikarirken, bol pare karsiliginda yeni ve yapay sözler ile dil kurallari ve uydurma yazili geçmis ile edebi kaynak yaratmaya da çabalandi. Devletin resmi siyaseti olarak yürütülen bu irkçilikla dil alanindaki ugraslari disaridan da, Rusya ile ABD ve Bati Avrupali devletlerden, çok yönlü dayanak görmüs ve görmektedir. Pestu dilinin ilk dil bilgisi ile sözlügü Avrupa’da çikarildi.
Pestu dilinin de baska diller gibi kendini gelistirme ve yastma hakki vardir deseniz, ben de yüzde yüz size katilacagim, ancak bu eylem irkçilik ile baska dillere karsi bagnazlik ve fasizme dayanmayip, ezici ve yukatici niteligi olmasaydi. Bu ülkede olup biten gerçeklere göre, bütün bu gelismeler bir irkçi ideoloji temelinde fasistçi ülküyü eylemlestirme amacila uygulanmistir ve bundan dolayi Türkçe dört yandan sikistirilarak ezilme tehlikesi ile karsi karsiya kaldirildi.
Türkili’nde yeni açilmis okullar ile ülke çatinda yayimlanan radyo ve baska yayin araçlari yolundan Türkçe’yi sikistiran yalnizca Pestu dili degildi, belki onun yaninda Farsça/Deri dili de yüzyillardan beri onu baski altinda almisti, ancak bu son yüzyilda bu baski yeni ortaya çikan yayim araçlarindan dolayi çok yönlü olarak artmis oldu. Bu konula ilgili baska bir gerçegi de unutmamak gerek ve o bu ki, bu dile Farsça demek bilimsel bakimdan dogru degildir, çünkü onun eski Fars dili ile yakindan veya da uzaktan hiçbir ilgisi yoktur, nitekim Fars dili öldükten sonra yerine Pehlevi dili ortaya gelmistiki o dil de Iran’da Samaniler’in Araplar’dan yenilmesinin ardindan ölmüstü. Yukarida söylenen bu dilleri bugün Avrupa bilimyurtlarinda bu dilleri bilen bilgiçler yaninda ögrenmek gerekir. Bunlardan dolayi, bugünkü Farsça’nin gerçek adi, derbar/saray dili anlaminda olan Deri’dir, çünkü bu dil Türk saraylarinda yaratilip beslenmis ve yine Türkler arkali dünyanin dört kösesine de götürülmüstür. Gaznali Sultan Mahmud kurdugu Türk devletinin baskenti olan Gazna’da binlerce saiir ile bilgici toplayip bu dili beslemisse ve onlardan biri olan Ferdevsi yine onun buyrugu ile kendi ünlü eseri “Sahname”yi yazmissa, Selcuklu krallari da onu Anadolu’ya kadar tasimislar ve Mevlevi gibi büyük kisinin bu dile yazdigi ünlü eserlerinin onun yayimina önemli katkisi olmussa, Nevayi Hirat’ta bu dilin yayimlanmasindan yana olaran yüzler sairi desteklemisse, Babur da onu Hint’e bile götürmüski siir alaninda “Hint stili” adila tanilan yeni biçem yaratan Mirza Abdul Kadir Bedi onun tanigidir. Bu dilin en büyük ve ünlü sairleri geçmisten bugüne kadar Türk kökenlidirler, Tebrizli Saib, Genceli Nizami, Dehlevi Nasir Hisrev, Sehriyar, . . . bu dil ile siir yazan binlerce Türk’ten bir kaç örnektir.
Bu bir tarihi gerçektirki, geçmisten bugüne kadar, ayrim çaglarda Türk krallari ile yönetenleri kendilerinin baskalara karsi çok açik gönüllü olmasi ile gösterdigi asiri hosgörüsünden dolayi kendi ulusu ve belli çaglarda da hakimiyetini tehlikeye atmistir. Baska bir deyisle olar çogu zaman kendi koynunda agili yilanlar beslemislerki uygun çaglarda onlari gögüsünden isirmis. Bu dil de bizler için evinde beslenip sonucta iyesini isiaran agili yilandek olmustur. Bu topraklardaki Türkler kendi dillerine okul, radyo, gazete ve baska yayin ile yayim araci olmadigindan dolayi, Deri ile Pestu veya da onlardan birinin ögrenmek mecburiyetinde kalmistilar. Böylece kendi dilleri yavas yavas günlük yasam alanindan çikip yalnizca konusma dili olarak kalmistir.

4- Türkler’e Karsi Çok Yönlü Bagnazlik
Avganlar’in, bu ülkenin yönetimine geçtiklerinde, yöneticilik alaninda hiçbir denemeli ve yetismis uzmanlari olmadigindan dolayi, ayrim Türk boylarina mensup kisileri devlet yönetiminin çesitli basamaklarinda görevlendirmistiler. Çogunlugu Avsar boyu ve Sia mezhebinden olan bu Türkler’in bir bölümü Nadir Avsar döneminde ve baska bölümü de Ahmed Han Abdali ve ondan sonraki dönemlerde, devletin idari islerini üslendirmek amacila, aileleri ile birlikte bu ülkeye götürülmüstüler. Yavas yavas kendi dil ve ulusal kimliklerini unutan bu Türkler, Avganistan’da “Kizilbas” adi ile tanilmaktalar. Onlarin çogunlugu Kabil, Hirat, Kandahar gibi büyük kentlerde ve bir küçük bölümü de kalan ayrim kentlerde yasamaktalar. Simde olar devletin yönetim basamaklarinda kendilerinin ol eski konumlarini elden vermisler ve orunlarini Avganlar almislar.
Avganistan’nin yöneticileri geçen yüzyilin baslarinda devlet siyasetini, Avrupa’da dogulup ve çok hizla yayilan irkçilik ve fasizme dayanmis ulusçulugun etkisi ve böyle ideolojileri savunan örgütler ile partilerin kollamasi altinda, Ari irkçiligina yükleyerek Türkler’e karsi bagnazligi tüm biyutlari ile eksiksiz eylemlestirmeye çabalandilar. Ülkede Ari irkindan olmayan en büyük bölük Türkler oldugu üzere, onlari yeterince sömürerek devletin bütün yönetim basamaklarindan uzaklastirmak, bu irkçi ideolojinin ana ilkesi sayilirdi.
Ari irkçiligi ve fasizme dayanan devlet siyasetinin Türkler’e karsi yürüten bagnazligi pek genis ve çok yönlüdür, onun ayrim boyutlarini bir kaç somut örnekle göstermek isteyorum. Türkler yalnizca er olarak devletin hizmetine alinirken, subaylik kapilari onlarin karsisindan siki kapanmisti. Tüm orduda bir kaç astegmen ile orta rütbelere kadar yükselebilme olanagi olan askerin varligi istisnai durum sayilabilirdi, ancak bunun tersine ülkenin kuzey ve dogusundaki vilayetlerde yasamakta olan Avganlar yurt hizmetinden bagislanmis ve askeri alanda yalnizca subay olabilirdiki bundan dolayi “Özbek ile Hazare anasi hep er, Avgan anasi ise hep general dogar” deyilen söz bu durumun en açik ve aydin yankisidir. Askeri alanin disinda, mülki bölümde de, durum bundan çok ayri degildi.

ORGENERAL ABDÜLRESIT DOSTUM

Orgeneral Abdülresit DOSTUM 1954’inci yilda Sibirgan / Suburgan kentinin Hoca Dükkü adli ilçesinde yasayan bir Özbeg ailesinde dogulmus, en azi yüzyillardan beri her bakistan sümürülmüs ve türlü baskilar altinda kaldirilmis Avganistan Türkleri’nin bir ulusal tigragi (=kahramani) tanilan kisidir.
Hiçbir ordu lisesi yada yüksek okulunda okumagan, ancak 80’inci yillarda Sibirgan kentinde sadece bir isçi olarak çalisan DOSTUM, bu yillarnin siyasal ve toplumsal durumu yüzünden kendi is sahesini devlet karsitlarinin saldirisindan korumasi için, baskalar gibi onada, verilen görevlerde kendinden gösterdigi niteligleri ile batirliklari arkali kazanmis üstünlügleri yüzünden Orgeneral rütbesine kader yükselen bir subaydir. DOSTUM’u gerçekten tanimak isteseylik, onu yetistiren sartlarla onun bagli oldugu ulusu tanimamiz gerekir.
Ilk kez ondokuzuncu yüzyilda Ingilizler arkali Avganistan [=Afganistan, demek Afgan, Petan yada Pestun sözçügüle anglamdas olan Avganlar yurtu] adi verilen topraklar, Türk varligi ile kentlesme ve uygarliklarinin ilk besiklerinden biridir.
Böyleçe bu ülkenin adim atiginiz herbir bölgesinde, isteyin batisila dogusunda yada isteyin kuzeyile güneyinde, binler yil önce Türk uygarliklari arkali birakilmis izlerni görebilersiniz. Bugüne kader Farslar onlara Saka dedigi Iskit-Türkler’nin adini tasiyan ”Siyistan” ilçesinin varligi, eskiden beri Türk’çe adini tasiyan yüzlerçe kentler, ilçelerle köylerden bir küçük örnektir.
Islam’dan önceki dönemlerde büyük uygarliklar yaratan Hunlar, Ak-Hunlar [=Abdalli, Aftalitlar, Yaftallilar], Toharlar, Yüciler, Küsanlar, . . . bu topraklarda yasayib, yine su topraklarda öz uygarlik izlerini birakan Ön-Türkler’den örnekdirler. Su gibi, bir kaç hafta önce ”Talib”lara karsi gösterdigi direnmesi ile dillere düsen KUNDUZ kenti de kendi çaginda GÖK-TÜRK’lerin bölgesel baskenti oldugunu kimse inkar edebilmes.
Islam’dan sonraki dönemlerde de, bugünki Avganistan’nin güney-dogusunda olan GAZNI [= GAZ, GEZ, OGUZ yada KAZ ile kökdes olan bir Türkçe sözcüktür] kentini kendine baskent eden, Sübektigin oglu GAZNALI MAHMUD’un (971-30.04.1030) kurdugu GAZNALI’lar devleti, OGUZ’larin KINIK boyundan olan SELCUK BEY tarafindan temelleri atilan ve 11. yüzyilda ogullari tarafindan kurulan SELCUKLU Türk devleti, GORLI’lar, HARAZIM sahlar, TEMÜRLI’ler, BABUR sah ile AFSARLI’lar gibi büyük Türk devletleri, yine su topraklarda kurulumustur.
NADIR AFSAR’nin (22.10.1688-20.06.1747) öldürülmesinden sonra, ABDALLI Türkler’den olan, ancak Pestunlarla birlikte göçmençe yasayib, onlarla yakinlasarak kendi kimligini unutan AHMED sah, kendine yeni takmis DURANI adila, bugünki Avganistan’nin KANDAHAR kentinde kurdugu devletle, yavas yavas bölgede Türk yildizi batmaya baslar. AHMED sah’nin oglu TEMÜR sah’nin ölümünden sonra Pestunlarla Abdallilar arasinda kiralik kavgasi baslaniyor, bu kavgalar ülkeni yüz yillarca arkaya sürür ki bu ülke bugüne kader de onun etkisiden kurtulmamaktadir. Bütün bu dönemlerde Türkler en azi kendileri çogunlukta olduklari yurtlarinda, demek Güney Türkistan’da en azi özerk yasaya bilmistiler.
Ancak, ABDUL RAHMAN (1844-01.10.1901) arkali, Ingiliz ile Rus sümürgeçi devletleri tarafindan bugünki Avganistan bu iki sümürgeçi devletlernin sümürge bölgelerinin (Bati-Türkistan Ruslar’nin Hindustan ise Ingilizler’nin sümürgesi olan çaglarda) arasinda bir duvar olarak kabullandiginin arkasindan, onbinlerçe Türk ile Türk-Mogul olan Hazaralar’ni diri diri top agizinda kuyarak havaya uçuran, yüzbinlerçesininde basini kestikten sonra, olarnin kesilmis baslarindan ”Keleminare”ler [=kesilmis baslardan minara yapis anglaminda] yaptiktan sonra 1880’inçi yilda Ingiliz’ler yardami ile kurdugu devletle, Güney Türkistanli Türkler’nin talihsizligi gerçekten baslanmis oldu.
Böyleçe 20. yüzyilnin baslarindan 80. yillara kader bu Türkler’nin Pestunlarla Farslar elinden çekmedigi acilarla görmedigi kara günler kalmamistir. Türkler’nin binler yildan beri üzerinde isledigi topraklarla çalistigi tarlalar ellerinden alinib, ya Pakistan topraklarindan götürülen Pestunlara yada Pestun devletine çalisan Farslara emekli adina verildi. Bu yoldan onbinlerçe Türk olmayan yatlarla tatlar Türk topragina ve Türkler’nin arasinda sokturuldular. Güney Türkistanlilar aralarinda yerlestirilmis Pestunlarla Tatlar’nin oynadigi kötü rolu türlü dönemlerde, ayriça ”Talib”larnin hakimiyet döneminde, kendilerinin verdikleri canlari ve döküzdürülen kanlari ile angladilar.
Sunun gibi onlar kez türlü behaneler yüzünden Türkler yagmalnib, tüm barliklari talandi. Kentleri, ilçeleri ve köylerinin binlar yilik tasidigi Türkçe adlarinin çogu degistirilib yerine Pestuça yada Farsça adlar verildi. Türk kültürü ile dilini yokatis amacila yalnizça Türkçe sikistirilib kalmadi, belki de Türkçe’e yazilmis yüzlerçe essiz elyazma eserleri de devlet yöneticileri tarafindan yigistirilib yaktirildigida binlerçe aci gerçeklerden biridir, . . .
Türkler’nin çekdigi bütün bu acilarnin arkasindan, yillarça ülkede barça uluslara esit hak ile kardeslik düzenini kurma yalan sözünü veren Rus yanlisi solcu ”Avganistan Demokratik Halk Partisi” 27.04.1978’inçi yilda bir askeri darbe ile ülke yönetimini ele almis oldu. Ancak, bu yeni yönetim esit hak ve kardeslik düzen yerine, ülkeni Ruslara satti.Rus askerlerinin ülkeye gelisi ile birlikte ülke yönetimi de tam sekilde Ruslar’nin eline geçti. Pakistan ve Iran ile sinirlari olanlar çogunlukta o ülkelere gittiler. Türkler ise yalnizça eski Sovetlerle (Türkmenistan, Özbegistan ve Tacikistan) sinirdas olduklari yüzünden, baskalara göre çok az disari ülkelere çikabildiler. Pakistan’da toplanan Avganistanlilar arasinda basta ABD olarak bari Bati Avrupali devletler türlü siyasi amaclarni göz önüne alarak iste ”rehber”ler yaratib, ”partilar” kurdurub onlari her tamanlama desteklediler. Pakistan ve Iran’a gitmis olan Türkler de kendilerini kurulmus o partilara yerlestirib, Sovet isgaliga karsi kendi yurtdaslik borçlarini ödemeye çalistilar. Onbinlerçe sehitlerinin bu yola dökülen kani ile gözü ya eli yada ayagini kayb eden onbinlerçe Türk gazilarinin varligi bunun isbatidir. Bu ülkeye yasagan baska uluslar gibi Türkler’den de bir bölümü kendini devlet silahsi ile silahlandirdi. Yillar boyu subaylikla silahdan uzak saklandirilan Türkler’e, kendilerini silahlandirmak için, bu bir tarihi altin olanak edi.
Görüyürüzki, DOSTUM – kendinin yaptigi tüm iyilik ve kötülükleri, yanlisliklari ve sevablari ile birlikte – yasadigi sertlernin yartatigi tigragi [=kahreman] ve böyle bir büyük kaygilar’dan dolu geçmisi olan Türk ulusunun oglu ve önderidir. DOSTUM Güney Türkistan Türkleri’nin, onlara yapilan büyük haksizliklarla, yagma, talan ve soykiriminin karsisinda çikarilmis kaygilar dolu yüksek ve bir acili sesidir. Bu yüzden onu bir ferd olarak degil, belki bir öksüz birakilan kaygili ulusun kahiri olarak görmek gerekir.
Basta söylediyimiz gibi, DOSTUM 80.’inci yillarnin baslarinda asagi yukari 20 kisiden ulastirilmis kendi isyeriden savunma sivil birliyi yönetmeye baslarken, kendi niteligi ile bu alandaki dahisi arkali, 90.’inci yillara kader onu 20.000 kisiden askin bir askeri güçe çevirebildi. O zamandan sonra, DOSTUM Kabil’e hakim yönetimin degil, belki yillar boyu her bakimdan sümürülmüs Avganistan Türkleri’nin kendinden savunma gücü olarak bakilmaya basladi. 1992’da DOSTUM ve ona bagli güçlerdiki, Moskova’ya bagli Necibbulla hakimiyetine son verib, ”Mucahid”larnin Kabil’e girisine imkansagladi. Böyleçe, Avganistan uluslarinin kaygilar dolu dramesinin yeni perdesi baslandi. Bu acilar dolu dramenin ana oyuncusu DOSTUM degil, belki B. Rebani, A. Mesud, G. Hikmetyar, Seyyaf, Mevlevi Y. Halis, Nebi . . .’ler ediler. Kabil’nin tam bir herabeye çevirilmesi onlarin esridir. Sulardilerki, DOSTUM ve kendi aralarinda imzalanan anlasmalarni bozarak, kudret ve menmenlik sevdasina ogradilar. Kabil’de binlerçe suçsuz Hazara’lara soykirimi yaptilar. Ilk sirelerde DOSTUM’a ”Büyük Mucahid” adini veren B.Rebani koltuga rahet ötürdügten sonra yine ona karsi ”Cihad”, demek kutsal savas çagrisi yapti. Bu karmasalar içinnden kendini korumak için DOSTUM kendine bagli birliklerle Güney Türkistan’a çekildi. Kabil’i onlara birakti.
Her kimse biliyorki, DOSTUM idaresinin merkezi olan Mezar-i-Serif ,”Talib”lar tarafindan isgal edilmesine kader, Kabil yönetiminin ve sonralarda ”Talib”larning zülmünden çesitli vilayetlerden kaçip gelen yüzbünlerçe mülteciler için göküs açan siganak olmustu. Bu bölgede okullar açiktedi, kadinlar, Avganistan sertlerine göre, özgürçe çalisabirdiler, . . . .
”Talib”larnin Avganistanli olmayip, belki ayrim Areb ülkeleri, Pakistan, . . . teriröstleri ekenligini ve onlarin arkasinda hangi ülkeler olub olmadigini bugün artik her kimse biliyor. Avganistan’da olub geçen bu yasli geçmisinin arkasinda olan güçlerle ülkelernin kara amaclarila yaptiklari cinayetlernin genis incelenip, arastirilmasi Türkler için geleceyin vazgeçilmes isilerindendir.
Gördükki, yine de DOSTUM ile Güney Türkistanli Türkler edilerki, ilk darbeyi ”Talib”larin cinayetler ve insanlik disi terörler ve barbarliklarla dolu tenine vurdular.
Avganistan’da geçen ve geçiste olan gerçrkler gösreriyorki, ayrim çevrelernin çesitli nedenler yüzünden Türkler’nin sayisini ülke nüfusunun yüzde altisi olarak gösterseler de, gerçekte-ayrim çevrelerin hosuna gitmesede- Avganistan nüfusunun en azi üçten biri Türkdürler. Demek, Türkler’nin Avganistan’da olan rollari ve gerçekte var olan sayilarina ragmen, bu ülkenin içinde ve disindaki çevreler-türlü nedenlerden dolayi kendilerine var olan Türkdüsmanliklari yüzündan-Avganistan Türklerinin bu ülke politikesinden uzak saklanmasini saglamak isteyorler. Bu çevreler bunu düsünsünlerki, bir ülke nüfusunun en azi üçten birini teskil eden bir ulusu uzun zaman o ülke politikesinden uzaklastirmak imkansizdir. Türkler ve onlarin bugünki askeri önderi olan DOSTUM Avganistan’nin bir bölümü ve onun vazgeçilmez gerçeyidirler.

Bir Yanıt

  1. Burda bir is var . Her Türkün , kendinin Türk oldugunu bilmesi

    Unutulmamasi olan..Türkün dostu .Yanliz Türktür.

Yorum bırakın