Türkistan Birliği


Son zamanlarda Türkistan birliği hakkında değişik çevrelerde konuşulmaya başlandı. Uzun süre devam eden sükunet, korku ve tedirginlikten sonra bu mevzu (konu) dan yine bahsedilmeye başlandı. Şimdiye kadar bu konuda konuşanlar, hatta bu konuya işaret edenler dahi Pantürkizm, fundamentalizmle suçlanırdı.

Neredeyse bu konuda söz açanların çoğu, Türkistan düşmanları tarafından öldürüldü, zindanlara atıldı ve sürgün edildi. Türkistan birliği gerçeğine düşman olanlar, hainler ise türlü nişanlar ve makamlar aldılar.

İşte bu nazik mes’elede söz açmadan önce söylemek istiyorum ki, Allah Teala’nın inayeti ile İslam’ın talimatlarını biraz bilen bir Müslüman olarak, ben türlü ırkçılık fikir ve gayelerinden uzak bir insanım. Benim için insanları birleştirici yegane doğru yol İslam ve iman birliğidir. Buna tarih de şahiddir, günümüzdeki olaylar da.

Sözün özü, bizim yurdumuz Türkistan, Turan veya Maveraünnehir’in de sadece İslam sayesinde bir devlet olarak dünyaya tanındığı herkese malumdur.

Bugün ben, Türkistan birliği için çalışan her bir şahsı desteklemekle birlikte, bazı fikir ve mülahazaları paylaşmak istiyorum.

Herhangi bir işe başlamadan önce onu planlayıp, durumu iyice değerlendirmek, o iş için gerekli olan amil(etken)leri araştırmak büyük önem kazanır. İşte bizim fikir yürütmekte olduğumuz mevzu(konu)ya benzeyen işlerde de bu böyledir.

Eskiden bizim ülkemizin Turan, Maveraünnehir ve daha sonra Türkistan olarak isimlendirildiği herkese malum. Amma (ama ) günümüzde Türkistan birliği hakkında söz açıldığında coğrafi nokta-yı nazarından (bakış açısıyla) hangi hudut(sınır)lar göz önünde tutuluyor? Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Tajikistan toprakları mı?

Eğer böyleyse, bu yerler Garbî (batı) Türkistan kabul ediliyor. Şarkî (Doğu) Türkistan ise Çin yönetimi altındaki Türkî halkların yaşadığı yerler kabul ediliyor. O yerdeki (Oradaki) kardeşlerimiz şimdiye kadar öz yurtlarını “Şarkî Türkistan” diye isimlendirip gelmekteler. Sadece bizim cumhuriyetlerimiz kendi bağımsızlıklarını değişik isimlerle ilân ettikten sonra onların arasında da ihtilâf (anlaşmazlık) çıkınca “Uyguristan”dan söz edilmeye başlandı. Yani, bizdeki gibi onlarda da tefrikaya(ayrılığa) yol açılmakta. Günümüzde birlik doğrultusunda hareket ediyoruz, neredeyse işte bu tefrikanın yolumuzdaki en büyük engellerden biri olduğunu anlayabilmemiz lâzım.

Sömürge esâretinden âzâd (özgür) olan her bir halkın bu engelle karşılaşması söz konusu. Bütün sömürgecilerin, ayrılığa düşürüp hükmet (Böl ve yönet), şiârı(sloganı, parolası) altında iş gördükleri herkese mâlum(herkesçe biliniyor).

Sömürgecinin iyisi olmaz. Ama kötülüklerinin miktarında birbirinden ayrılırlar.

Biz ise dünya tarihindeki en kötü, ahlâksız ve yavuz sömürgecinin esâretinde uzun bir zaman yaşadık ve başkaları gibi silahlı mücadele sonucunda değil, sömürgecinin kendisi zayıflayıp yönetemeyecek duruma geldiği için âzâd (özgür) olduk.

Dünya tarihindeki en yalancı, en münâfık, en şefkatsiz ve en utanmaz (rezil) sömürgeci olan komünist sömürü insanların kalbine, ailesine, konu komşusuna, mahalle, köy, şehir, vilâyet, cumhuriyetler arasına tefrika saldı. Bu da yetmezmiş gibi, Almanya, Kore, Vietnam, Yemen gibi devletleri de ikiye böldü. Nihâyet dünyayı da tefrikaya saldı.

Allahsızlığı resmen mefkure (Fikir) edinen komünistler Allah’ın yarattığı insanı yeni baştan yaratmaya, âlemi kendilerine uydurup değiştirmeye yeltendiler.

Onlar herkese “Bu çağda baba ve dedelerinizin, halkın, milletin ve bütün dünyanın inanageldiği şeyler bidat, hurafe, senin onların hepsinden vazgeçip yeni bir insan, Sovyet insanı olman gerek”, diyerek açıkladılar (anlattılar). Dinden, imandan, milletden, halktan ayırdılar. Resmî ideoloji ile, aslî mefkure odu (ateşi) arasında kalan şahıslardan ne dinin, ne milletini, ne halkını, ne tarihini, ne vatanını tanıyan (bilen) mankurt kişiler peydâ oldu (ortaya çıktı).

Bu gibi şahısların karıştığı ailelerin içine de tefrika düştü. İş yerinde şu mankuta: “Bir tanecik ihtiyar babanı dinden döndüremiyorsan nasıl komünistsin?! (Komsomolsun veya vatanseversin?!!) derlerdi. Evde ise ana babası imandan vazgeçmezdi. Dünya tarihinde babası ya da annesinin cenazesinden kaçanlarsa bizden çıktı. Onlar aramızda da var.

Dünyada ana babası, kardeşleri, kocası ya da hanımına ihanet edenlerse, onları inkâr edenler varsa da bu düzenin saldığı tefrika sebebiyle vardır. Komünizmin ideallerine sâdık olmayanlara sınıf düşmanlarımız damgası altında herkes düşman oldu. Kişinin kalbindeki, ailedeki bu ayrılıklar gelişerek aslı bir, din ve diyaneti bir, ırkı bir halkı parça parça ederek böldü. Bu halkı birleştiren her şey yok edildi. Sovyet hükümetinin “katkısı – marifeti”yle halihazırdaki (şimdiki) cumhuriyetler ortaya çıktı.

Herkese bu marifeti tekrar tekrar işlerlerdi. “Düşünüp görün, derdi Propagandistler, tarihde Özbekistan denen devlet olmuş mu? Olmamış.

Sadece Ulu Ekim Sosyalist devrimi sayesinde Özbek halkı(milleti) öz (kendi) devletine sahip oldu. Hemen hemen bu söz başkalarına da söylenirdi.

Sonunda aslı bir olan millet değişik parçalara bölünerek, her biri kendini övüp, diğerini söver oldu. İşte bu siyasetin semeresi (meyvesi) olarak imparatorluğun son devrinde aslı bir millet, sen Türksün, Özbeksin, Kırgızsın diye kendi kanını döktü, malını mülkünü, öz saygısını (hürmetini) ayaklar altında çiğnedi.

Bu olayların harekete geçiricisi de sömürgeci idi.

Allah’ın hikmetine bakınız ki, bu şartlarda bile adı geçen (mezkur) halkı birleştiren temel etken İslam’ın remzi olan dini idare tek çatı altında kalmıştı.

Ama sömürgecinin ayağı kabre varıp kaldığında, bu yegane remzi de parçalamaya çabaladı. Kafkas Müslümanlarını birleştiren dini idareyi dağıttıktan sonra Orta Asya ve Kazakistan dini idaresini parçalamaya kalktılar.

Cumhuriyetlerdeki kadıları çağırıp, sizler kendine has milletlersiniz, dini işlerde Özbeklere bağlı olmak size yakışmıyor, ayrılıp bağımsız dini idare kurun, biz bütün yardımları veririz, derdi. Mahalli hükümetler de Moskova’nın tesiri altında bu mes’eleyi büyüttüler. Ama ulemalarımız buna karşı çıktılar. Birlikte kalmak için bütün çareleri gördüler. Oradan satkınlar da çıktı. Onlara çareler görüldü. Ulemalar, parçalanmak günah addeder, gün gelir dini birliğin milletimizin yine birleşmesine esas teşkil edişini arzu ederlerdi.

Bütün yurdumuzun birliği doğrultusunda konuşurken, ilk olarak mezkur tefrikaların sun’i tefrikalar olduğunu kamuoyuna anlatmak lazım. Her bir bireyin kalbinde birlik olsun. Her bir insan tüm kalbiyle bizim bir din, bir millet ve bir vatanın çocukları olduğumuza inansın. Her bir aile işte bu hakikate inansın. Her bir mahalle, bölge, vilayet, cumhuriyet inansın. İşte bu şekilde Türkistan birliği hakkında inançla konuşsa olacaktır.

Bizim arzuladığımız birliğin yolundaki engellerden biri, kendi içimizdeki bazı insanların karıştırması mevcut ayrımcılıktır. Bu ayrımcılıklar her cumhuriyette kendine özgü şekillerde mevcut. Misal için Kazakistan’da “cüz”e ayırış var. Ulu cüz, orta cüz, küçük cüz. Hemen hemen buna benzer şeyler kabilecilik temelinde Kırgızistan ve Türkmenistan’da da var.
Özbekistan ve Tacikistan’da ise mahallicilik, yani kişileri yaşadıkları yere bakarak ayırma güçlü. Aynı şekilde bu ayrımcılık kişilere yurdumuza büyük zarar getirdi ve getirmekte. Özellikle mensep meselesi nahoş bir hal almış. Malum mensepteki kişilerin şahsına, yurda, halka ihlasla hizmet etmesine değil, kimlerden, nereden olduğuna bakıp değer veriliyor. Kendi vazifesinde en yüksek mevkiyi işgal eden de kendi tarafına (hemşerilerine) bakıyor. Neticede, halk ve memleket zarar görüyor.

İşte bu ayrımcılıklardan tamamen kurtulmadıkça bırakın Türkistan birliği, ayrı yerlerin birliğine bile erişmek zor.

Bu meseleyi halledişte de, başka meselelerde olduğu gibi, İslami talimatlar yardım verecek. Bunu da herkes, özde de hükümdarlar (yöneticiler) da iyi biliyor. Bunun için de halk arasında ayrımcılık çıktığında İslam akıllarına düşüyor ve ulemalara yardım istemek için müracat ediyorlar. Ama, bu silahı ateş yükseldiğinde söndürmek için değil, onun önünü almak için kullanmak daha makuldür.

Yine bir engel, dışarıdan kaynaklanan tahrik ve bühtan(iftira, karalama)lardan korkma. Uzun zaman başkalarına bağlı olmanın neticesinde, fikri bağımlılığımız da gelişti. Başkalarının sözlerinden korkar olup kalmışız. Bazı şeyleri konuşmak veya yapmaktan önce başkalarını hesaba katıyoruz. Onlar ne dermiş, denen düşünceye kapılıyoruz. Bu ruh hali ise daima elimizi kolumuzu bağlıyor.

Kendimiz müslümanız, diyoruz da İslam hakkında konuşmaktan korkuyoruz. “Fundamentalist” denmesin de yine daha huzurlu, dinç yaşayalım, diyoruz. Başkaları ise, halihazırda namaz kılmayı da fundamentalizm olarak isimlendirmekte. Onlara kalsa genel olarak dinimizi inkar etmemiz gerekir. İşte bu şekilde, “Türkistan” diyeni pantürkizmle suçluyor. Biz ise onların suçlamalarından korkuyoruz.

Ama başkalarına da bir bakalım. Bizim için en yakın olan Rusları ele alalım. Günümüzde onların en yukarı yükselttikleri şiarlarından biri “Rusya-ortodoks”. Bu, “Rusya-ortodoks yurt” anlamındaki şiar bütün yerlerde ve seviyelerde yüksek sesle yankılanmakta. Ama, onları hiç kimse pravoslav fundamentalizmiyle suçlamıyor bile.

Geçen yıl İslam Devletleri Teşkilatının teşebbüsüyle ve Uluslararası İslam teşkilatlarının katılımıyla Moskova’da büyük bir ilmi encümen toplandı. Hükümet tarafından ayrılan yere İslam merkezi kurmak için temel taşı koyma töreni (temel atma) de yapıldı. Ama encümen(danışma kurulu) katılımcıları dağılmaya başlayınca, temel taşını Rus ırkçıları kırdılar, üstüne siyah boya döktüler ve büyük harflerle “Karalar yok olsun! Rusya-Ortodoks yeri” , diye yazarak astılar. Irkçı kuruluşlar nümayiş(gösteri) gerçekleştirip, ağızlarına geleni bağırıp çağırdılar. Onlara hiç kimse, hiçbir şey demedi. Biz bu işin yüzde birini yapsaydık, dünyayı ayağa kaldırırlardı.

“Rusya Federasyonunda yaşayan yirmi milyon Müslüman ve değişik dinlere mensup insanların ne yapmaları gerekir?” sorusunu hiç kimse yöneltmiyor. Bu zavallı karalar nereye gidecekler?

Veya Soljenitsin ve onun destekçilerinin “Kazakistan- Slav yurdu, onu kendimize katmalıyız.”, çağrılarına niçin hiç kimse panislavizm demiyor?

Ruslar ve diğerleri de bu şekilde. Demokrasi, insan hakları, bağımsızlık ve diğer şiarları hatırlatsanız, milli menfaatlerle hareket ediyoruz, diyorlar. Başkalarının milli menfaatleri yok mu?

Bizde milli menfaatleri gözetmenin, adalet, hakikat temelinde bütün insanî değerlere hürmet edilir halde olduğunu başkalarına zarar vermek niyetinde olmadığını herkesin bilmesi lazım.

Dış kaynaklı olan tahrik ve iftiralardan korkmamak ve onlara akıllı hem de mantıklı cevaplar vermek lazım.

Bu mesele üzerinde konuşulurken, Tacikistan meselesinin ayrı ve hassas bir mesele olduğunu elbette dikkate almamız gerekir. Bu meseleye Tacik kardeşlarimizin kendileri nasıl bakıyorlar. Yeniden yapılanma yıllarında olumsuz anlamda baktıkları malum. Hatta redd-i fiil anlamında bazı tarihi şahıslar, yerler hakkında rahatsız edici uyuşmazlıklar da çıkmıştı. Hatta Tacik aydınları arasında Zerdüştiliğe hürmet ve aslımız, diye bakanlar da bulunmuştu.

Bence bu gibi meseleri sert tartışmalar veya beyanatlar yolu ile değil, ilmi yaklaşımlar, encümenler ve ortak anlayış temelinde halletmek gerekir.

Genel olarak yurdumuzdaki herkesin, kim olduğuna bakılmaksızın, işte bu arzulanan birliğin ehemmiyetini (önemini) kavraması ve bu işi başka menfaatlerden üstün tutması gerekir. İşte bu anlamdaki açıklamalarda İslâmî tâlimatlardan tam anlamıyla faydanılsa, büyük yarar sağlayacağı kesindir.(?)

Yine çıkması mümkün olan muammâlardan (sorunlardan) biri, topraklarımızda yaşayan diğer milletlerin mensupları, zamâne diliyle kabaca İfade edecek olursak, “Rus diliyle konuşanlar” muammâsı olması mümkün. Yani, bizim arzu ettiğimiz birliğe düşman olanların bu sözü görüp(?), içimizde yaşayan mezkur insanları korkutması, bazılarının ise dışardan askerî güç kullanımına hakkı olduğunu söyleyip, leke sürmesi mümkündür.

Ama bizim birliğimiz dışardan birilerine karşı olmadığı gibi, içerde de hiç kimsenin zararına olamayacaktır. Biz müslümanlar olarak ırkçılıktan uzak milletiz. Diğer ırktaki, başka dindeki insanlara kötülük beslemeyiz. Hemen hemen bu fikirleri, sâf İslâmî tâlimatı yeniden yapılanma yıllarında ulemâlarımız Herkese açıkladılar. Bu anlamda yine de daha çok çalışmak mümkün.

Bağımsızlığa ulaşan sadece biz değiliz. Belki biz sonrakilerden olarak hareket etmekteyiz. Sömürgeci tarafından bölünüp parçalanan halkların birlik için gerçekleştirdikleri çalışmalardan ders ve örnek almamız gerekir.

Günümüzde komünizm diye adlandırılan kangrenin yayıldığı bölgelerde birleşmeye nazaran dağılmalar daha çok göze çarpmakta.

Kötülükler imparatorluğu Sovyetler Birliği on beş parçaya bölündü. Yugoslavya da gereğince parçalandı. Çekoslavakya, Çek ve Slovakya’ya bölündü. Bunların hepsi zorla birleştirildikleri için, onları ezip duran güç zayıfladığında ayrılıp gittiler.

Bu cereyan bizi ilgilendirmiyor. Çünkü, biz ayrılmayı değil, birleşmeyi arzu etmekteyiz.

Komünizmin tesirinden sonra birleşenler Almanya ve Yemen’dir. Bu iki ülkede de halkın irâdesine karşı, mecburî bölünme yüz vermişti. Komünist propaganda “âzâd” ve “demokratik” Almanya ve Yemen kısa zamanda yeryüzündeki cennete dönüşeceğini, bu iki yurdun çürüyüp kalan kapitalizm ve kalıntıları ve halkların afyonu olan dine inanan kısmı ise inkirâza uğrayıp(gerileyip), istese de istemese de komünist düzene geçeceğini müjdeler idi. Bu şekilde komünist Almanya’dan danışman cellatlar giderek komünist Yemen’in tecrübesiz cellatlarına dindarlar nasıl eziyet edileceğini ve Kur’an’ı şenlik ateşinde nasıl yakılacağını öğretirlerdi.

Ama netice tamamen başkaca oldu. Komünist “cennet”de canından bezen Almanlar aradaki Berlin duvarını yıkıp, “çürümüş” kapitalist Almanya’ya koştular. Çünkü onlar aradaki farkı görüp durmaktaydılar. Bu hakikati anlamamak için ya akıldan noksan ya komünist olmak gerekiyordu kısacası.

Bence bizim bugünkü gerçekliğimizde Almanya’nın iki tarafında olduğu gibi, birbirinden tamamen farklı düzen ve ekonomi yok.

Yemen tecrübesine gelecek olursak, orada birliğe ulaşmada, hesaba alınmayan etkenler sebebiyle daha sonra komünistler yine ayrılmaya çalıştılar, sonuçta kan döküldü. Bundan ibret almak gerekir.

Vietnam’ın birleşmesi ise daha önce tamamen komünistçe silah zoru ile olmuştu. Yıllar geçip orada da gâlip komünistler, mağlupların yolunda yürümeye mecbur kaldılar.

Dünyada birleşme hakkındaki konuşmaların çoğu Araplarda olsa gerek Dünyada bir milletin devletlerini birleştirici, yirmiden fazla devleti üye kılan Arap devletleri örgütü de yegâne olsa gerek. Araplar esasen tarih sahnesine İslâm dini aracılığıyla çıktı. İslâm onları birleştiren ve bu din üzerinden onlar tanınıp önde gelen millete dönüşmüş idiler. Ama İslâmdan uzaklaştıklarından sonra zayıfladılar ve gerilemeye başladılar. Sonunda Arapların topraklarını sömürgeciler kendi aralarında paylaştılar. Sömürgecilere karşı mücadelede Müslümanlık ana güç olsa da yönetime milliyetçiler geldiler. Onlar milliyetçilik temelinde tek bir devlet kurmak için çok söz söylediler. Bir vakitler Mısır ve Suriye birleşerek, Birleşik Arap Cumhuriyetini ilân etti, ama uzağa varamadı. Bunu gibi, Libya da çok uğraştı. Ama şimdiye kadar herhangi bir netice yok.

Uzmanlar bu başarısızlığın birçok sebebi olduğunu, kısaca, İslâm âleminin etkisinin yetersizliğini hatırlatıyorlar. Bence bu çağrıların (davetlerin) kuru sözler olduğunu da unutmamak gerek.

Bizde ise birleşme meselesinde hiçbir zaman Araplara benzememek gerekir. Hâlihazırda Türkistan birliği hakkındaki sözlerde, nelerin olması gerektiği, nelerin ayrı kalması gerektiği hakkında da konuşulmakta. Bu düşünceler elbette bugünkü gerçeklikten kaynaklandığı şekilde söylenmekte. Vaktin geçmesi, işin başlamasıyla bu işler zaten aydınlanacaktır. En önemlisi işin başlaması gerek. Her bir ferdin bu hayırlı işe elinden gelen hisseyi katması gerekir. Bu olmadan büyük kazanımlara erişmenin zor olduğunu anlayabilmek şart.

Eğer birlik olmadan, işler şimdiki gibi gelişip giderse, sadece dış korku değil, belki iç korku da artacaktır.

Şimdi halkı endişeye salan “gümrük” utancı hiçbir şey olmadan kalacaktır. Arazi ve sınırların yağmalanıp çatışmalar çıkması da hiçbir şey değil. Sınırlar kapatılıp, bir taraftan diğerine geçemeden kalmak da mümkün.

Fırsattan istifade, yurttaşlarımıza müracaat etmek istiyorum: Aziz yurttaşlar! Biz bir milletiz, aslımız bir, dinimiz bir, dilimiz bir, vatanımız bir! Bu vatanı birleştirelim. Vatanı sevin! Vatanı yüceltin! Vatana  hizmet edin!

Kaynak: islom.uz

Türkiye Türkçesine aktaran: “madali o’g’li”

Özbek Türkçesi: Turkiston Birligi

Yorum bırakın