Hazara Türklerinde Karşılaştırmalı Halk İnançları 3


Nazardan korunmak için ambar ahır değirmen bostan gibi yerlere at, koç ve öksüz boynuzu veya kafa kemiği asılması Anadolu ve Azerbaycan Türkmenlerinde de vardır. Türbelere geyik boynuzu konulması Uluğ Türkistan’ın Özbekistan ve Türkmenistan bölgelerinde de görülmektedir. Anadolu’da da görülen geyik boynuzlu türbelerin yanısıra on kadar türbenin ismi “Geyik Baba” veya “Geyikli Baba”dır. Bu ulu zatların ayrı ayrı efsaneleri vardır. Halk tasavvufuna göre geyik donuna en çabuk girilebilen hayvandır.[1]

Kurtla ilgili inanışlar da Hazara Türkleri arasında yaygındır. Yeni doğan bebeğin beşiğine ve çocukların omuzuna kurt kemiğinden yapılan bir nazarlık takılarak onların kötü ruhlardan korunduklarına inanılır. Ayrıca yolculuğa çıkanların yanında bu kurt kemiğinden yapılan nazarlığı bulundururlarsa, gidecekleri yere sağ salim varacaklarına, işlerinin iyi gideceğine inanılır.[2]

Kumru adlı kuşun cennetten çıktığına inanılır ve kutsal kabul edilir. Ona vuranın Allah tarafından cezalandırılacağına dair bir inanış vardır. Güvercin de kumru gibi kutsaldır. Yine güvercin kendisi gidip, hangi evin balkonunda ev / yuva yaparsa o ailenin zengin olacağına inanılır. Bu hayvanlar kesilemez ve etleri yenmez. Özellikle beyaz renkli güvercinlerin, Mezar-i Şerif’te bulunan Hz.Ali’nin türbesindeki ak güvercinlerden oldukları inancı vardır. Gerçekten de bu türdebe beyaz renkli güvercinlerin dışında güvercin bulunmamaktadır. inanışa göre bu beyaz güvercinlerin arasına katılan siyah güvercinler biraz sonra beyazlaşmaktadırlar.[3]

Güvercin, Anadolu ve Güney Azerbaycan’da da kutsal sayılır. Avlanılmaz birçok hattat güvercin şeklinde besmele ile istifi yapmıştır. Güvercinin avlanması doğru bulunmaz. Tasavvuf ehli güvercin donuna girer, güvercinle ilgili efsaneler anlatılır.

Karabasan “Albastı” “Al karısı” inancı ve bu türden kara iyelerin çeşitli isimlerle tanınması Türk halkları arasında çok yaygındır. Bunlardan korunmanın ve verdikleri zararı gidermenin de çeşitli yolları olduğuna dair inançlar vardır. En fazla istifade edilen kaynak ayet ve surelerdir.

Hazara Türkleri arasında modern anlamda tıbbi tedaviler dışında, halk hekimliği de çok yaygındır. İnsanlar bir takım hastalıklar karşısında daha önceden denemiş oldukları pratiklere başvururlar. Mesela herhangi bir şeyden korkup da hastalananlar için, bir koyun veya keçi keserler. Bunların şişdili yani dalağı hasta olan kişinin karnının üzerine konulur ve Allah’tan şifa vermesi dilenir. “Ziyaret” adı verilen bazı yerlere (Çeşmeler, ağaçlar, yüksek tepeler, kayalar ve evliya mezarları vs.) gibidir. Adaklar adanır ve dua edilir. Halk hekimliğine daha ziyade psikolojik rahatsızlıklarda baş vurulur. Çok kere ölümcül hastalıklarda doktordan deva bulamayanlar da bu yöntemden yararlanırlar.[4]

Ölüm evvelinde insanlarda ölüme hazırlık duygusu artar, bazı hayvanların ölüm habercisi olduklarına inanılar. Hazaralar’da ölümün çok yakın olduğuna inanıldığı için, yaşarken herkes ile iyi geçinmeye gayret ederler. Onlar da insan hakkı çok önemlidir. Kimsenin hakkını yemezler hatta bu konuda bir halk destanı vardır. Destana göre kaplumbağa eskiden adil bir tartıcıymış ve değirmende de çalışıyormuş. Bir gün tartıda hile yapmış, halk kaplumbağaya beddua etmiş. Allah terazinin bir kefesini taş yapıp, onun sırtına yüklemiş ve kaplumbağanın kabuğu öyle oluşmuş. Anadolu’da haksızlık yapana “taş kesilesin” diye beddua ederler. Hazaralarda anne ve babaya saygılı kalmak çok önemlidir. Kimse onlara kötü bir şey söyleyemez. Bu konuda da bir destan vardır. Maymun eskiden genç bir kişiymiş annesine küfretmiş ve sözünü dinlememiş Annesi de ona beddua etmiş saygısız kişi maymun olmuş. Hazaristanda genellikle büyük baba ve büyük anne evlatlarıyla birlikte yaşarlar. Bütün bu inançlar ölüm evvelinde yapılan hazırlıklardır. Hazaralarda ev yılanları ev yılanları kutsal kabul edilir. Bir evden yılan çıkarsa, o yılan öldürülmez. Çünkü onlara göre bu yılan kimseye dokunmaz. Eğer biri ev yılanını öldürürse felaketi davet etmiş olur inancı vardır.[5]

Yarasa, tilki, baykuş gibi hayvanlar ise, uğursuz sayılır. Bir yolculuğa çıkıldığında ilk önce tilkiye rastlanılırsa bu yolculuk iptal edilip ertelenir. Geceleyin baykuş ötmesi ve köpek ulumasınınkötülük getireceğine inanılır, ertesi gün birisinin öleceği varsayılır. Yarasa da kötülüklerin elçisi olarak kabul edilir.

Kuzey Batı Anadolu’da 1999 yılı sonbaharında yaşanan seri depremler anlatılırken, depremlerden evvel köpeklerin saatlerce kurt gibi uludukları, huysuzlaşıp koşuştukları anlatılmıştır. Deprem türünden olayların habercisi olarak sadece köpeklerin değil, diğer hayvanların da huysuzlaştıkları bilinir. Bunlardan atlar, büyükbaş hayvanlar adeta yerlerinde duramazlar. Depremden evvel kuşlar uçuşurlar hayvanların deprem duyarlılıkları yere daha yıkın oluşları ile izah edilmekle beraber, hayvanlar sadece depremi duyurma konusunda değil, kuraklık ve sağanak yağışlardan evvel de bazı şeyler sezer, bu sezinlerini yansıttıkları bilinmektedir.

Evin bilhassa eski evlerin eşiğin altında yatan bir yılan tarafından korunduğu inancı Anadolu ve yakın çevresi Türkleri arasında da vardır. Bazen de bağları koruyan beyaz yılanla ilgili inançlar anlatılır. Bu yılanlar evin halkına kesinlikle dokunmazlar. Ailenin gün görmüş büyüğü bu yılanlara süt verdiği bilinmektedir.

Hazaralara göre ölümden önce kemiklerin haberi olur. İnsan ölümden birkaç gün önce değişerek davranışları çok farklı olur, sağlık ammareleri başlar. Her zaman iyilik yapan insanın kolay öleceğine, kötülük yapan insanın çok zor öleceğine dair bir inanış vardır.[6]

Ölümün ölecek şahıs tarafından hissedildiği çok yere ölecek şahsın anlamlı rüyalar gördüğü inancı Türkiye Balkanlar ve Kuzey Mezopotamya Türkmenlerinde de vardır. Ağır hasta kişi ölmeden evvel kısa bir süre iyileşir gibi olur. Buna “ölüm iyiliği” veya “su kurumadan evvel gürleşir” denilir. Hayatta ikin iyilik yapan insanın canı/nefesinin bir kuş olup uçağına, fane insanın ruhunun göğüs kafesini yırtarak çıkacağına inanılır.

Kişi öldükten sonra; taziye, ruhun teslimi, defin hazırlığı gibi dönemlere geçilir. Ölüm haberi duyulunca yakın akrabalar hemen gelirler. Cenazenin guslü yapılır ve cenaze namazı kılınır. Daha sonra mezarlığa kadar omuzlar üstünde götürülerek toprağa verilir. Herkes kabrin başına geçip Fatiha okurlar ve ölü için Allah’tan (C.C.) rahmet dilenir. Ölünün ardından üç gün geçmeden ölü evinde ocak yakılmaz, yemek pişirilmez. Akrabaları yemek getirir, ölünün üçüncü gününde ölünün üçü alınır. Kur’an-ı Kerim okunur ve taziyeye gelenler ölü sahiplerinin yanına gelip Ayetel Kürsi veya Kur’an-ı Kerim’in herhangi bir süresinden biraz okur ve dua ederler. Sonunda “Al hukma mın Allah” derler. Yani “Emir Allah’ındır.” veya “Allah rahmet eylesin başınız sağolsun” denir. Ölü sahibi “ciziki rıza-ı Huda başe” “Allah’ın isteği ne ise, başımızın üzerinde diye cevap verir. Ölünün üçüncü gününde hayrat yapılır ve herkese yemek verilir. Ölünün üçünde olduğu gibi 7’sinde ve 40’ında da hayratlar yapılır ve Kur’an-ı Kerim okutulur ve Allah’tan ölü için rahmet dilenir. Fatiha için ölü evine gelenlerin birçoğu ölü evine mal para yardımı yaparlar. Bu uygulama Anadolu Türklerinde de vardır. Kişi gözü açık olarak ölmüş ise, “hasret” var denir. Ölünün gözlerini bir yakını kapatır. Cuma akşamları ölünün ruhu için hayrına sadaka verilir. Her Cuma akşamı Kur’an okutulur ve dua edilir.[7]

Ölümden sonra duyuru, hayırlar, ağıtlar, defin ve yas dönemi başlar. Ölümden sonra ölü evi kapısının başına kara bir bez asarlar. Ölü sahipleri de kara elbise, giyerler. Bu kara giysi bazı yerlerde 3 gün bazı yerlerde 7 gün ve bazı yerlerde 40 güne kadar giyilir.[8]

Kara, halk inançlarımızda yasın, kaderin, matemin rengidir. “Kara yere giresin” denilirken kişinin ölümü istenilmiş olur. “Evine kara bayrak asıla” garkışı evinden bir ölü çıkşın anlamındadır. Bir hanıma “karalar giyesin” denilerek erinin ölmesi temenni edilmiş olunur. Caferi Türkler muharrem ayında minarede kara bayrak asarlar. Kuzey Mezopotamya Türkleri cenaze namazının kılınacağı camiinin duvarına astıkları kara bezin üzerine yazılmış yazı ile duyuru yaparlar.

Hazara Türklerinde hanımların çarşaflarının rengi her tabaka insan için farklıdır. Genç kızlar “nogüle” denen kırmızı renkli ve köşelerinde çiçek bulunan çarşafları kullanırlar. Yeni veya bir iki senelik gelinlerin çarşafı genellikle beyaz, ak olur. Elbette bu beyaz örtünün üstüne ve daha ziyade köşelerine çiçekler işlenir ve çok güzel olur. Genç ama birkaç yıllık evli bayanlar çoğunlukla pembe renkli çarşaf kullanırlar. Yaşlı bayanlar ise, yeşil çarşaflar kullanırlar.[9]

Ağıtlar, ölen kişinin yakınlığına göre farklıdır. Ata, ana, koca, oğul, kız her biri için ayrı ağıtlar vardır. Akrabalar ilk gün birbirine sarılıp ağlarlar. Ağıtlar söylerler. Şehit olan kimsenin mezarı ölülerden farklıdır. Onun mezarının başına yeşil veya kırmızı renkli bayrak veya her ikisi birlikte asılır. Azerbaycan ve Nahçıvanda mezartaşına yeşil taş konulur. Her Cuma akşamı mezarlıklar çok kalabalık olur. Ölü sahipleri evde helva, yemek yapıp mezara götürürler ve yoldan geçen orada bulunan herkese ikram ederler. Mezarın başında Fatiha okur ve Kur’an-ı Kerim okuturlar. Ölü için Allah’tan rahmet dilenir. Kişi öldükten sonra ev iyice süpürülür ve temizlenir. Böylece bir daha böyle bir sıkıntı yaşanmayacağı ve bütün kötülüklerin temizlendiğine inanılır.

Hazara Türkleri Atalarının ruhunu kutsal olarak sayarlar Hazaralar her zaman ataların ruhunu kızdırmamak için ellerinden gelen hayrı yaparlar. Cuma akşamları onların ruhu için Kur’an-ı Kerim okunur. Dinî bayramların bir gün öncesi geçmişte ölenlerin bayramı olarak bilinir, o günde herkes onların ruhu için yemek pişirir ve komşulara yolculara dağıtır. Hazaralarda atlar ruhunun onları kötülüklerden koruyup ve zor zamanlarda onlara yardım edeceğine inanılır. Onların ruhu asla incitilmemelidir, inancı vardır.[10]

Ata ruhu” Türk halk inançlarında önemli bir külttür. Azerbaycan ve Anadolu’da atların başına veya kabirlerine yemin edilir. Mesela “Atamın Goru hakkı” denir. Hun hükümdarı Mete’nin ata mezarlarını çiğneten düşmanın bu tutumunu savaş sebebi saydığı bilinmektedir.

Hazaralarda ataların ruhuna çok önem verirler, onları her zaman hoşnut razı tutmaları gerektiğine inanılır. Yoksa onlar gazap eder inancı vardır. Bu yüzden haftanın bir günü, genelde Perşembe akşamı ataların ve geçmiş olanların ruhu için Kur’an okunur ve dua edilir. Ayda bir kez yemek pişirilip ikram edilir. Yılda üç dört kez hatm-i Kur’an (Kur’an-ı Kerim’i okuyarak bitirme programı) yapılır. Kur’an okuyabilen herkes toplanır, herkes bir cüz Kur’an okur. Kur’an-ı Kerim bittikten sonra ataların ruhu şad olsun diye dua edilir. Allah’tan onlar için rahmet dilenir. Sonra yemek verilir. Yemek sarf edildikten (dağıtıldıktan) sonra herkes evine gider.[11]

“Ata Kültü”de iski inanç sistemimizin günümüze kadar İslamileşmiş bir uzantısıdır. Anadolu’da da “geçmişlerin ruhu” için çeşitli hayırlar işlenir. Cuma akşamları özel olarak helva kavrulur, konu komşuya verilir, Ata ruhlarının evleri ziyaret edip onların hayır veya şerle uğraştıklarının gözlendiğine inanılır.

Hazaralarda akrabalardan haber alma ve hastaları ziyaret etme gibi uygulamalar dostlar aralarındaki ilişki çok önemlidir. Onlarda Nevruz Bayrama Ramazan Bayramı Kurban Bayramı diye üç tane büyük bayram vardır. Bayramların en önemlisi Nevruz bayramıdır. Dini bayramlarda bütün akrabalar bayram namazından sonra kabilenin en yaşlı kişinin evine gidip onun ellerinden öperler ve orada herkes bayramlaşır. Yaşlı dede veya amca veya büyük annenin evinde herkesin getirdiği hediyeler alınır. Her kese yemek ikram edilir hediye verilir. Daha sonra herkes oradan çıkıp yaş sırasına bakarak birbirinin evine giderler. Yemek yerken, sofranın en başına en yaşlı kim ise oturur. Daha sonra büyükler yaşlarına göre dizilir. Evlerde de sofranın başında ata oturur. Onun yanında büyük anne oturur. Çocukların sofrası ayrı olur ve onların yemek sofrası büyüklerin sofrasından daha aşağıda yer alır. Yemek ilk önce ataya ve yaşlı kişilere uzatılır. Bunlar gibi birçok inanç ve uygulamalar vardır.

Hazara Türklerinde kişinin kendisinden kaynaklanan bazı pozitif ve negatif elektrik diyebileceğimiz güç olduğu inancı vardır. Buna göre, kişi uğurlu veya uğursuz olabilmektedir. Bu güç kişinin cinsiyeti ve yaşı ile de ilgili olabilmektedir. Bazen de kişinin bazı organlarının özel hareketleri, kişiye bazı sinyaller verebilmektedir. Bu hal ve hareketler toplum tarafından adeta tesbit ve tasvip edilip inançlarla manalandırılmışlardır.

Hazara Türklerinde gözle ilgili inançlar vardır. Örneğin birinin sağ gözünün kapağı zıplarsa iyi bir haber duyacağına veya iyi bir iş becereceğine, ama eğer sol gözünün kapağı zıplarsa kötü bir haber duyacağına inanılır. Elle ilgili inançlar da vardır. Yine sağ el kaşınırsa, para vereceğine sol elgelirse, bir yere yolculuk yapacağına inanılır. Kötü bir işin olması istenmezse, duyan kişi kulaklarını çekip eline yere veya duvara vurur ve “şeytanın kulakları duymasın” der. Kirpiğin üzerinde bir şey vara, alırlar Fatiha okurlar razı nimet olduğunu kabul ederler.[12]

Türk halk inançlarında yukarı aşağıdan, ön arkadan, sağ soldan, doğu batıdan itibarlı olarak kabul edilmiştir. Yürümeye başlanırken, bir şey giyinirken, yemek yenirken sağ el sağ ayak daha itibarlı kabul edilir.

Hazara Türklerinde “şeytanın kulakları duymasın” tarzındaki ifade Anadolu’da “şeytan kulağına kurşun” şekli ile inanç olarak aynen yaşamaktadır. Bu esnada ses çıkaran tahta türünden bir yere ve çok defa üç defa vurulur. Ses çıkarılarak kötü ruhların dağılacağına inanılır. Cinlerin gürültüden öleceklerine veya kaçıp gideceklerine inanır. Ayrıca karın da cinleri öldüreceği inancı vardır. Çok yağan karın cinleri öldürerek etrafı temizleyeceğine inanılır.[13]

Hazara Türklerinde biri yolculuğa çıkarsa gittikten sonra annesi arkasında dua okur ve su döker. Böylece yolunun aydınlık ve gidişinin sağlıklı olacağına inanılır. Hazaralar ateşe ede çok önem verirler. Onlarda ateşe tükürülmez. Hazaralarda Asman-Asuman (Gök) kutsaldır. Göğe doğru tükürülmez. “Su” “Od/ateş” “Gök Yüzü”, eski Türk inanç sisteminde kutsiyetine inanılan ak iyelerdir.

Hazara Türklerinde bazı insan ve hayvanların uğursuz olduğuna inanılır. Mesela bir kişi yolculuğa çıktığında karşısına çıkan erkek veya bayanın uğursuz olduğu daha eskiden biliniyorsa, o gün gitmekten vaz geçer yolculuğunu erteler. Eğer ilk rastlanılan kişinin uğurlu birisi olduğuna inanılıyorsa ondan “sagum” adı verilen bir tarak veya ayna gibi küçük bir eşyası alınır. Geri gelinince tekrar iade edilir. Bu yolculuktan kazanç elde edilmiş ise, o uğurlu kişiye de biraz pay verilir.[14] Anadolu’da bu eşyaya “uğur” denilir. Siftah da uğur pulu atılır.

Halk felsefesinde “uğurluluk” ve “uğursuzluk”la ilgili inançların derinliklerinde “tabu”lar “tös”ler “kutsiyetler” “sakınmalar” “kişioğlu” “ata kültü” “veli kültü” ve bunlara bağlı olarak günler, geceler günün ve gecenin muayyen saatleri, sayılar, renkler gibi hususlar vardır. Uğurlu insanla karşılaşmak hayırlara ve bereketlere atfedilir. Uğursuz olduğu kabul edilen kimse ile karşılaşılınca yol değiştirilir. Baykuşun uğursuzluğuna inanılır. Ancak onu incitmek de uygun bulunmaz. Mezarlıktan gece geçilmez “tekin değildir” inancı vardır. Ulu bir zatın rüyada görülmesinin yararına inanılır. Güneş battıktan sonraki saatlerin hayrına inanılmaz. “Yer bağlandı” denilir. Bazı kimseler tavşanı uğurlu saymazlar.

Hazara Türkleri arasında çok değişik inançlar vardır. Mesela bir kişi yeni bir işe başlamak üzereyken veya yolculuğa çıkacağı sırada hapşırmışsa bu “sabret” anlamını taşır. O yüzden yolculuğa çıkmak isteyen kişi bir müddet bekler. Yine, yeni bir işe başlamak isteyen de aynı şekilde biraz bekler. Keçi hapşırmasını da değişik anlamları vardır. Keçi bir defa hapşırırsa acele et, iki defa hapşırırsa sabret anlamı çıkarılır. Bu hapşırmayı duyan kişiler işlerini buna göre yaparlar. Yine küçük çocuklar evi süpürüyor ise, veya bebek ayaklarının arasından arkasına bakıyor ise, eve misafirin gelmesi beklenir.[15]

Hazaralarda eğer iki kişi bir yerde ayakta konuşuyorlarsa, onların arasında geçilmez. Çünkü aralarından geçildiğinde onların arasına ihtilaf, ayrılık düşeceğine inanılır. Hazaralar iki ocağın arasından da geçmezler geçenlerin kalbi kara insanlıktan, uzak kalacağına inanılır.

Hapşırma ile ilgili inançlar Anadolu Türklerinde de vardır. Hapşıran kişiye çok yaşa denir. Hapşıran da “hep beraber” veya “hayırlı yaşlar olsun” der. Çift hapşırmaların sabır telkini olarak algılandığı bilinir. Kafkasya Türk kadınları erkeğin önünden geçmezler. Anadolu’da bir erkek iki kadının arasından geçer ise, kısmetinin kesileceğine inanılır. Ayrıca iki adaşın arasından geçen kimse niyet tutar.

Hazaralar insan organları arasında en fazla başa önem vermekte olup, onun kutsal olduğuna inanmaktadırlar. Dua etmek istedikleri zaman başlarını açarlar. Çünkü çıplak baştan dolayı Allah’ın onları af edeceğini düşünürler. Uyuyan birinin baş ve ayaklarının üzerinden geçilmez. Özellikle çocukların ayaklarının üzerinden geçildiğinde onların boylarının uzayamayacağı inancı hakimdir. Eğer yanlışlıkla ayak üzerinden geçirilmiş ise, geri dönülür. Anne sütünün cennetten geldiğine inanıldığından dolayı, hem süt hem de meme kutsal olarak kabul edilir. Anne memesine kimse hürmetsizlik yapamaz. Hürmetsizlik yapan günah işlemiş olur inancı vardır.[16] Anadolu’da Nisan yağmurunun başa gelmesi için, baş açılır.

Türk halklarında, baş ve başlığa kadın ve erkek de kutsüyet atfedilir. “Başın için” tabiri ciddi bir yemindir. Sadaka başa dolandırılır. “Başına döndüğüm” sana gelen fenalıklar bana gelsin anlamındadır. “Başı bozuk” düzensiz töresiz kimse anlamına gelir. Namazda baş örtülür saygı duyulan kimsenin yanına baş açık çıkılmaz. Hanımların yazmaları iffet sembolüdür. Bir hanım yazmasını düşmanın dahi önüne atsa, o düşman geri çekilmek zorundadır.

Diğer Türk halklarında olduğu gibi Hazara Türklerinde “su” “toprak” “tepe” “kaya” ile ilgili inançlar vardır. Bunlar ve “Ocak” “Ateş” “Güneş” “Ay” Türk halk inançlarında “Kült” oluşturmuştur.

Hazara Türklerinde su, ağaç, ocak, ateş, dağ, tepe, maden ve demir ile ilgili bir çok inanış bulunmaktadır. Mesela Dereysuf’un Şeyhe Köyünde bulunan “Çihilten Dağı” çevresindeki su, mağara, yabani ağaçlar ve ocaklara kutsiyet atfedilmektedir. Afganistan’ın bir çok bölgesinden bu bölgeye çeşitli hastalıklardan kurtulmak için insanlar gelmektedir. Farsça’da çihil kırk demektir. Çihilten kelimesi de kırk kişi anlamını taşımaktadır. Çok eski zamanlarda zalim kişiler kırk tane güzel kızı yakalamaya çalışırlar “kırk kız” kaçıp cihilten dağındaki mağaraya sığınır. Bundan dolayı dağ ve mağaranın ismi çihilten (40 kız) olarak adlandırılmıştır.[17] Farsça kelimeler Anadolu halk diline de girmiştir.

Kırk sayısı Türk halk tasavvufunda ciddi bir yer tutar. Tokat’ta “Kırk Kızlar” Türbesi vardır. Edirne’de “Kırkpınar” kırk yiğidin anısını taşır. Derbent Dağıstan’da “Kırklar Piri” vardır. Karakalpakistan’da “Kırkızlar Destanı” çok ünlüdür. Ayrıca Kırklar Pınarı Anadolu’da birçok yere ad olmuştur.[18]

Hazara Türklerinde her ayın başında, ayı hilal hali ile görünce herkes durup dua okur ve Allah’tan bu ayın herkes için hayırlı olması istenir. Hazaralar’da sabahleyin erken kalkmak çok önemlidir. Sabahleyin sabah namazını kıldıktan sonra uyumazlar onlara göre sabah kim geç kalkarsa bütün kötülükler onun üzerine gelir, diye bir inanış vardır.[19]

Anadolu Türklerinde itikat sahibi insanlar sabah güneşinin üzerlerine doğmasını istemez. Gün doğmadan yataktan çıkmak isterler. Bunun hayrına inanırlar.

Mezar-ı Şerifte bir dağın tepesinde “Sümmi Düldül” diye bilinen bir yer vardır. Orada bir kayanın üzerinde Hz.Ali’nin atının ayak izi olduğuna dair çok kuvvetli bir inanış vardır. Anılan bölge bu bakımdan kutsal bir yer olarak tanınmakta ve saygı gösterilmektedir. Kabil’in batısında Karte Sahi bölgesinde Sengi Zülfikar taşı diye isimlendirilen büyük bir kaya mevcuttur. Bu kaya tam ortadan ikiye bölünmüştür, yöre halkının inanışına göre kayanın açıldığı kısmından suçlular geçilince kaya onu tutar sıkıştırır. O kişi Allah’tan af dileyince, kaya onu serbest bırakır. Halkın inancına göre kayanın bu tip kişileri serbest bıraktığı Allah’ın onu affettiğine delalet etmektedir. Yine çocuğu olmayan bayanlar o taşın ortasından geçirilir ve böylece çocuğun olacağına inanılır. Dereysuf’un Şeyhe köyünde bulunan “Hazrat-ı Pahlağvan” denen kutsal bir yer vardır. O yerin hemen yakınında dik bir şekilde konulmuş çok büyük bir kaya vardır. Bu kaya Pehlavan tarafından kucaklayıp oraya kadar götürüldüğüne inanılmaktadır.[20]

Anadolu’da Hacı Bektaş Veli’de olduğu gibi günahkarlara geçit vermeyen kaya kovukları vardır. Bu tür kaya geçitlerden birisi de yedi uyurlar mağaralarındadır. Doğu Anadolu’da Kars Bitlis, Erzurum gibi birçok yede şifa niyetine deliğinden geçilen kaya parçaları vardır. Bu inancın derinliklerinde Türk Türeyiş destanlarında mağaradan veya ağaç kovuğundan çıkmış olma inancı da aranılabilir.

Sarıpul eyaletinin Balhab ilçesinde “Payı Ziyaret bölgesi civarında yolun ortasında akan sıcak su vardır. Yöre halkına göre bu sıcak su bütün hastalıklara iyi gelmektedir. Kabil’in batısındaki “Çeşme-i Safa” adı verilen kaynak suyunun hastalıklara şifa olduğu bilinmektedir. Özellikle çocuğu olmayan kadınlar oraya gidip su ile gusül abdesti alıp banyo yaptıksan sonra bu sudan içildiğinde çocuğun olacağı inancıyla evlerine dönerler. Mezar-ı Şerif şehrindeki “Çeşme-i Safa” adlı bir su vardır. Yüksek bir dağdan akmakta olan bu suyun da şifalı olduğu inanılmaktadır.[21]

Şifalı su inancı ve şifalı suyun çocuk sahibi olma itibariyle kullanış biçimleri Türk soylu halklar arasında ve bilhassa Ön Asya’da çok yaygındır. Bu amaçla yapılan uygulamalar daha ziyade Nevruz ve Hıdrellez de olmaktadır. Bu inançların merkezinde su kültü vardır.

Hazara Türkleri’nde eski Türklerde olduğu gibi, Ocak ve ateş kültü bütün canlılığıyla yaşamaktadır. Ocağa su dökerek söndürmek ocağa saygısızlıktır. Yine ocağın üzerinden geçmek ocağa saygısızlık sayılır.

Hazaralar; Çihilten Dağının eteklerinde büyüyen yabani ağaçların insanlara şifa verdiğine inanırlar. Bu ağaçları kimse kesmez doğal afetlerden kurtulmak ve bazı dileklerde bulunmak niyetiyle kutsal sayılan bu ağaçların dallarına halk yeşil veya beyaz renkli bezler bağlarlar.[22]

Ağaç Kültü” çok yaygın olmanın yanısıra, birçok yatırın adı ismi ağacın cinsi ile anılır. Kutsallık sıralamasında akçaağaç, çınar çam gibi ağaçların önceliği vardır. Bu tür ağaçlar kurumuş olsalar da kütüklerine dokunulmaz. Buhara gibi yörelerde kurumuş kutsal ağacın gövdesinden alınmış bir kıymık parçası kutsiyet atfedilerek okunup muhafaza edilir. Ziyaret yerlerinin kuru ağaç dalları dahi icazetsiz alınmaz. Anadolu’da yıldırım çarpmış ağaçlara özen saygı duyulur. Ağaçları kesilmeyen kutsal korular, Varto’da da vardır.

Kabil civarında “Derehti Şehit” adı verilen bir ağaç da kutsal ve şifalı sayılır. Spend adı verilen bitkinin insanları, evcil hayvanları ve evleri her türlü beladan koruduğuna inanılır. Özellikle nazar değen seyahate çıkan ve hasta olanlara bitkinin dumanından koklamasını tavsiye ederler. Narmeyvesinin de bu gibi özellikleri bulunur. Hazaralar arasında kara kabuklu narların çocuğu olmayan kadınların dertlerine çare olduğuna inanılır. Okunmuş olan narlar çocuğu olmayan kadına yedirilir. Narın bütün tanelerinin yenmesi gerekir. Eğer bir tanesi bile yenmezse narın özelliğinden ortadan kalkacağına inanılır.[23]

Üzerlik otunun ve ondan yapılmış tütsünün koruyucu ve kurtarıcı olacağı inancı, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Karakalpakistan, Vahit Azerbaycan, Kafkasya ve Önasya’da da vardır. Ve geniş bir uygulama alanı bulmuştur.

Anadolu’da elma ve nar züriyetin simgesidirler. Rüyada nar görmek, nesil bereketi olarak yorumlanır. Narın cennet meyvesi olduğuna, bir tanesinin dahi yere düşürülmemesi gerektiği inancı vardır.

Hz. Ali, Zülfikar, Düldür ve Hz. Fatime hakkında tabiata yansımış efsaneler; Azerbaycan, Dağıstan ve Önasya Türkleri arasında da çok yaygındır. Hz. Ali’nin hiç gitmediği Türk coğrayalarına da, Hz. Ali sevgili, halk muhayyelesinde, Hazret oralara götürülmüştür. Çok kere “Hz. Ali Kültü” ile “Kaya” kültü birarada görülmektedir.

Hazara Türklerinde sayı içerikli inançlar diğer Türk kesimlerinde de olduğu gibi, onamastiğin bir parçası olmuştur. “Tek Çam” “Üç Tepeler” “Yedi Pınarlar” “Kırklar Mağarası” gibi. Hazara halkı arasında 1, 3, 7, 40 sayılarıyla ilgili bir çok inanış mevcuttur. 1, sayısı Allah’ın bir olduğuna delalet etmektedir. Ocaklar genelde üç taşın üzerine kurulduğu için özel saygı gösterilir. Birisine nazar değdiğinde, 7 küçük taş dışarıdan getirilir ve tedavi aracı olarak kullanılır. Masallarda genellikle padişahların üç oğlu veya yedi oğlu kırk altı olur. Düğünlerinde kırk gün düğünün sürdüğü, masallarda söylenir. Evvelce de belirtildiği gibi Kırk sayısıyla ilgili Samangan Eyaletinin Dereysuf İlçesi’nin Şeyhe Köyünde bir dağ Çihilduhtaran dağı, dağdaki mağara ise, kırk kutsal kızın mağarası olarak adlandırılmıştır. Bu bölgedeki Hazara Türkleri her Perşembe günü oraya gidip kurban keserler.[24]

Bir, üç, beş, yedi, dokuz, kırk Türk halk feylozofisinin belirli sayılarıdır. Doğumda evlilikle evlilikte ve ölümde bir çok inanç ve uygulama bu sayılara göre yapılır. Bu sayılar Türk toponomisi ve onomastiyine de yansımıştır. Türk halk edebiyatında şiir, efsane, masal metinlerinde çok geçen bu sayıların tasavvufi içeriği vardır.

Bereketle ilgili inanç yüklü uygulamalar hayatın her safhasında vardır. Bebeklikten başlatılır. Gelinlikle devam eder. Daha ziyade ekin ve hasatta kendini gösterir. Nevruz ve Hıdrellezde yoğunlaşır. Yağmur duası ve halk takvimi bu uygulamalara özel yer tutar.

Yağmur Duası

Hazara Türklerinde yağmurun yağması için değişik uygulamalar yapılır. Bunlardan birisi “yağmur namazı”dır. Açık havada ve yerleşim merkezlerinin dışında kılınmaktadır. İki rekattır. Namazla birlikte camide helva pişirilir ve toplu halde yenilir. Yağmur duası için yapılan diğer uygulamada ise, çocukların arasında bir yetim çocuk bulanarak “fakir” yapılır. Bu çocuğun boynuna bir kuşak bağlanır, kuşağın bir ucunu çocuklardan biri tutar. Evdekiler fakirin üstüne su atarlar. Böylece yağmurun yağacağına inanılır. Daha sonra çocukla bir araya toplanıp yiyecekleri sarf ederler.[25]

Yağmur duası” “Yağmur alayı” “Yağmur merasimi” “Godi-godi” “Kepçe gelin” Türk halk inanışlarında geniş yer tutar. Bir bereket dileme merasimidir. Camilerde türbelerde tepe üstlerinde yapılır. Çeşitli uygulama biçimleri ve özel duaları vardır. Çömce gelin olarak “yetim kız”ın seçilmesi Tanrının rahmetinin cezbedilebilmesi içindir. Anadolu Türkleri arasında, rahmeti celbetmek için, yağmur duasında koyun, kuzudan inek buzağıdan ayrıltılarak meleşmeleri sağlanır.

Hazaralar kendilerine ait halk takvimlerinde, haftanın belirli günlerinin uğursuz olduğunu düşünürler. Mesela Cumartesi günü evin dışına süt çıkarılmaz. Çünkü süt bereket demektir. Çıkarılırsa bereketin kesileceğine veya azalacağına inanılır. Perşembe ve Cuma günleri onlar için mübarek günlerdir. Cuma akşamları mezarlığa gidip, geçmişte ölenler için dua okurlar ve Allah’tan onlar için rahmet dilerler.[26]

Anadolu Türklerinde “ateş” akşamdan sonra verilmez. Ayrıca komşuyu veya fakire ekmek verilecek ise, yemek masasından alınarak verilmez. Keza yumurta, maya, sirke, yoğurt gibi artırımcı şeyler de akşamdan, güneş battıktan sonra verilmez. Evin bereketinin gidebileceği inancı vardır.

Hazaralarda yaşlı bayanların özel saydığı (saygı duyduğu) aylar diğer kişilerden çok farklıdır. Aylar kendi taktıkları isimlerle anılır. Hazaralarda iki tane kış vardır. Bunlar, büyük kış ve küçük kıştır. Onlara göre küçük kış çok fazla soğuktur. Hatta diyorlar ki küçük kış (Çille hardak) demiş ki, “Eğer ben büyük kış (çille kalan)ın yerinde olsaydım tavuğu yumurtlarken ve yaşlı kadını da tandırın başındayken soğuktan öldürürdüm.” Bunlar hepsi küçük kışın çok soğuk olduğunu anlatmak için söylenmiştir.

Hazaralar kışın sobaların etrafına toplanırlar ve yaşlılar efsaneler destanlar söylerler ve gençler dinlerler. Bu uygulama Türk sözlü kültürünün bir yansımasıdır.

Hazara Türklerinde “misafir berekettir” diye bir söz vardır. Hazara Türkleri çok misafirperver bir toplumdur. Eğer bir kişi bir yerde misafir olmuş ise; oraya, o eve, ocağa, ömür boyu bağlı kalır, hainlik düşünemez. Çünkü tuz, ekmek ve su hakkı onlar için değerlidir. Ekmek parçası yere düştüğünde yerden kaldırılıp öpülür ve yüksek bir yere konulur. Ekmek nimettir, Yere dökülen ekmek kırıntısı toplanılmaz çiğnenir ise o evin bereketi kalmaz.[27]

Tuz-ekmek hakkı Türk halk tasavvufunun önemli bir unsurudur.[28] Başkurdistan, Tataristan, Karakalpakistan gibi birçok yerde şehre gelen misafir şehrin girişinde tuz ekmek ile karşılanır. Semerkant’de Timur döneminden kalmış bir inanca göre, şehrin çıkışında sabah erkenden yolculara ekmek verilir. Özbekistan’da misafirliğe gidilen eve götürülen en makbul hediyelerden biriside ekmektir. Başta ekmek kesmek, ekmeği başa dolandırmak en büyük sadakalardandır. “Ekmek Kur’an hakkı için” şeklinde yemin ekmeğin azizliğini gösterir. Anadolu’da hıdrellezde günün ilk ışıkları ile birlikte komşular birbirlerine ekmek dağıtırlar. Ekmek ve tuz bereketin de simgesidir.

Kara ve ak iye kavram ve inançları Hazara Türklerinde de vardır. Sadece karabasan ve al karası inançlarında değil, hayatın diğer dönemlerinde de bu inanç ve onunla ilgili uygulamalar vardır.

Hazara Türkleri arasında iyilik yapan insanların etrafında her zaman iyi huylu periler bulunduğuna ve bu perilerin o kişiyi koruduğuna inanılır. Kötü kalpli kişilerin etrafında periler bulunmaz. Perilerden uzak olan bu tür kişilerin kötülüklere destek verdiği inancı vardır.[29]

Anadolu, Balkanlar ve Kuzey Mezopotamya Türkleri arasında Ayetel – Kürsü’nün koruyuculuğuna inanılır. Çok kişi sabahleyin evinden çıkarken bu ayeti okur. Bu ayeti okuyanı Allah’ın koruyucu melekler gönderdiğine inanılır. Birçok kişi de, Ayet-el Kürsü’yü 7 defa okur, her defasında sağına soluna, önüne arkasına, yukarıya aşağıya sırayla okur üfler ve son okuduğunu ise, yutar.

Hazaralar arasında çölde ve dağlık yerlerde geceleyin devlerin bulunduğuna inanılır. Hazara halk inancında “Halagag” adı verilen dişi devlerde vardır. Geceleyin bu bölgelerde bulunan insanlar devlerden korunmak için ateş yakarlar. Teneke parçalarına vurarak ses çıkartır, ateşe ve sese devin gelmeyeceği inancı vardır.

Dev-div aynı zamanda cin veya cinni bir türü olarak kabul edilir. Cinlerin gürültüden rahatsız oldukları bilinmektedir. Ay ve güneş tutulunca taşları birbirine vurmak, teneke çalıp ses çıkarmaktaki, amaç cinlerin kaçmaları içindir. Keza ateşin görünen ve görünmeyen zararlılardan korunduklarına inanılır. Bu tür güçlere halk çeşitli isimler koymuştur.

Hazaralarda zamansız aynaya bakılmaz. Mesela geceleyin aynaya bakılmaz, aynada kendi suretiyle oynanmaz, konuşulmaz. İnsan kendi gölgesiyle oynayamaz veya konuşamaz bunları yapan insan hasta sayılır.[30]

Sarıkamış ve Kafkasyada anlatılan bir efsaneye, göre bir cin insanoğlunun birine musallat olmuştur. Kişi ne yaparsa cin de aynı hareketi yaparak insanı taklit edermiş. Birgün ot biçme zamanında, kişi otlardan bir urgan yapıp yalancıktan kendi ayaklarına bağlamış. Aynı uygulamayı cin de yapınca, kişioğlu cini yakalamış ve onun saçlarını tıraş edip, isterse gidebileceğini söyler

Dr. Yaşar Kalafat


Hazara Türklerinde Karşılaştırmalı Halk İnançları 1

 

Hazara Türklerinde Karşılaştırmalı Halk İnançları 2

Hazara Türklerinde Karşılaştırmalı Halk İnançları 3

Bir Yanıt

  1. […] Hazara Türklerinde Karşılaştırmalı Halk İnançları 3 […]

Yorum bırakın